Biz Geldik, Kimse Yok mu? – Nesrin Yazıcı

0
804

Nesrin Yazıcı

 

Oğlumun okulu nedeniyle dokuz ayı aşkın zaman geçirmek durumunda kaldığımız kiralık evimizden evimize dönmek bir coşku yaratıyor. Evin kırık dökük köşelerine, eski ve çizilmiş tabaklarına hasret kalmışız. Çocuklar kırık oyuncakları ile kendi özüne ulaşıyor, ben patlıcanların ocağımın ateşinde savruluveren közlerine aşkla bakıyorum. İnsanın evi gibisi yok.

Köpeklere karşı duyulan korkuyu perdelemeye yarayan tiksinti ile kuşatılmış köyümüzde, üç renkli 2 numara denebilecek bir tatlı köpekle göz teması kurduk yine. Bence 1-1,5 yaşında. Ben “ilgi göstermeyelim” diyorum. Biz gidince ne olacak bu hayvan? Kim bakar ona? Oğlum bir isim koydu hemen: Tilki. Tilki konuşan kedigillere alışık havsalama konuşan köpek imajını yerleştiriyor. Oldukça kalın ve gür sesi bizi görünce minik bir kediciğin titrek tınılarıyla mırıldanmaya dönüyor. Bir yandan haklarını ihlal ettiğimi bilsem de ona yaşam hakkı tanımanın bir yolu olarak “kısırlaştırmak” gerektiğini savunuyorum. Ahali doğurmayacağını bilirse, garip başını ona çok görmezler belki. Bizim köyde köpek sevilmediği kadar, “tavuklara sataştı” gerekçesi ile öldürmek meşru hatta kurumsal. Bu işle adeta görevli bir birey bile var. 20 lira veriyorsun, naylon bir iple boğazından bağladığı köpeği çekiştirerek götürüp asıyor. Köyümüzün bir “cellad”ı var! Köylümüzün elleri böylece her zaman temiz. Kaç hanelik şu köyde, “yazın ayılara, toplandığında hırsızlara karşı fındığa bekçi olan şu köpekler niye kış boyu aç kalıyor” sorusu sorulmuyor, sonra diyorlar ki “ama tavuğun da yaşam hakkı var”. Tavukları insanların boğazlaması meşru ama köpeklerin açlığa çözüm araması büyük suç.

Neyse…

Tilki’nin incecik bedeninde gelişen memelerinden anlıyorum ki hamile. Ama biz Eylül dedi mi çekip gideceğiz… Minicik yavrularıyla ne yapacak? Minicik yavruların bir torba içine irice birkaç taşla serin sularda son nefesleri ile yok olup gittiğini kaç kez görmüştür Çxala Deresi? Çok üzgünüm. Halbuki kızım minik köpeciklerin geleceği haberiyle o kadar mutlu ki sarhoş desem yeridir. Sürekli bebeklerin ne zaman geleceğini soruyor. Aklım vicdanım karmakarışık. Bunu nasıl anlatırım? Nasıl bir çözüm bulurum bu işe?

Bir yuva hazırladık evin atölye dediğimiz zemin katında. Tilki Arefe günü yok oldu. Üç gün göremedik. “Kesin biri öldürdü” düşüncesi yüzümü gölgeliyor, belli etmiyorum çocuklara. Bayramın 3. günü ciklemeye benzer seslerin izini sürüp buluyoruz yavruları. Tilki ve 9 yavrusu yığılı kalasların arasında. Bizden bile sakladığı yavruları hayatın tüm telaşı, kapalı gözleri ile bir koku aleminde gezinen minicik bedenleri ile önümüzde. Hazırladığımız yuvaya taşıdık onları. Bir ay boyunca her gün örtülerini değiştirdik. Dünya iyisi bir kasabın her hafta Tilki için ayırdığı kemikleri pişirdik verdik. Yavrular hızlıca büyüdü, gözlerini açtı. Kâh korkup çemkirdi, kâh kokumuza doğru ağır başlarını sürükleyerek ellerimize yöneldiler. Yavrular ince, yumuşak parmaklarını emmeye çalıştıkça sevinçten çıldırıyor çocuklar. Ben Tilki ve 9 yavrusunu Artvin’deki barınağa taşımanın hesabını yapıyorum: Sıkışınca dere kenarına yahut eve komşu bahçelere gidip işini görüyordu. Ayağı her zaman toprakta. Orada mutsuz olacak Tilki. Rehabilitasyon merkezindeki alanlar gezinip gelmesine olanak vermez. Birçok köpek bir arada, strese girecek. Kimi hasta kimi yaralı, riskli bir ortama taşımış oluruz. Üzülüyorum.

Neyse…

Zaman geldi çattı. Okul açılıyor. Biz Artvin’e gitmeliyiz. Rehabilitasyon merkezinde olmaktansa köyde kalmaları daha uygun geliyor. Hazır köpek maması aldık. Komşular günlük kontrol ettiler. İneği olan süt götürdü, kahvehaneye geçen bir yokladı, köpeği olanlar bir mama kabı da Tilki için koydu. Eşim haftanın beş gününü köyde geçirdi. Temizlik meselesi dışında gözüm arkada kalmadı. Destek verenler sağ olsunlar. Destekleri bize söylemeye, bizden istemeye dili olmayan bu on garip canadır. Dünya elbette iyi insanlar sayesinde dönüyor.

Kötü haber tez ulaşır. Onları bırakıp gitmemizin 3. haftasında, geçtiğimiz perşembe günü, Tilki komşunun tavuklarından birini boğmuş. Tavuğu alıp yavruların yanına koşmuş, izlediklerini bildiği için de kaçmış. Tavuğun sahibi Tilki’ye ilişmeyip bize haber verdi. Köyde haber çabuk yayılır. Eyvah! Acilen almalıyız onu ve yavruları.

Biz Geldik, Kimse Yok mu?
Pazar günü için bir araç ödünç aldık arkadaşımızdan. Alıp geleceğiz hepsini.

Gittik. Vakit dar, anne ortada yok. Soruyoruz, üç gündür görmedik diyorlar. Sesleniyoruz, bakınıyoruz, Tilki yok. Yavrulardan birini ilk günden beri isteyen, vicdanından ve sorumluluk duygusundan emin olduğumuz bir arkadaşımıza bırakıp, sekiz yavruyla Artvin yoluna düşüyoruz. Yavrular ürkek, sırasıyla tek tek sızlanıyorlar. Biri bırakmadan diğeri başlamıyor ağlamaya.

Artvin Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkezi’ne ulaştık. Merkez çelik konstrüksiyonlu bir yapı. Karşılıklı iki sıra halinde kapalı ve açık alanları bulunan localar var. Kapalı kapıların en az biri ameliyathanedir herhalde. Bilmiyorum. Soramıyorum. Bu çelik konstrüksiyonlu epey pahalıya mâl olmuş alanda bilin bakalım ne yok?

“Kimse”! Kimseler yok! Bir veteriner, bir görevli, bir bekçi, bir insan…

Bu çelik konstrüksiyonlu kimi eksikliklerine rağmen modern binada buraya bırakılmış biçarelerden sorumlu bir kul yok. Çağrı üzerine gelen veterineri saymaz isek her işi gönüllüler yapıyor; mesai çıkışı vicdani bir sorumlulukla evlerinden önce buraya gelen gönüllü birkaç kişi. Açılışından bu yana bu böyle. Getirdiğim hayvanlar hasta olsa diğerleri de hastalanacak, onları görüp önlem alacak kimse yok. Ben bir cani olsam bu hayvanların canına okurum ve kimse duymaz seslerini, çünkü burası şehrin kenarında, çevresinde bir ev dahi yok.

Bu çelik konstrüksiyonlu epey pahalıya mâl olmuş yapıyı parası olan herkes yaptırabilir. Binadır sonuçta. Belediyenin ise yasal olarak “hizmet” sorumluluğu var. Yasal sınırları içinde yaşayanlardan sorumludur: İnsanların, kedilerin, köpeklerin, ineklerin, ağaçların… Sağlıklı bir çevrede beraberce yaşamalarını temin etmek durumundadır. Yani binayı yapıp, içine hayvanları taşıyınca işi bitmez, henüz başlamıştır o iş.

Yavruları bıraktık. Akşama haber geldi, çocukların Atapark’ta havuza attığı bir yavruyu kurtarıp bizimkilerin yanına bırakmışlar. Bizim ufaklıklar kadar, yani en fazla iki aylık. İnsan yavrularının eğlenme anlayışı hayrete şayan: Çaresiz bir canın çırpınmasında eğlence bulmak… Bakım merkezleri hastalıkta, sayrılıkta yardım elidir elbet, ama hayvanlar için yaşam köyleri neden kuruluyor sizce? Onları insanlardan korumak için. İnsanımız sokakları, parkları herkesle ve elbette kedi, köpek, sincaplarla ortak kullanım alanları olduğunun farkında değil. Bir ortak yaşam istemiyor. Konfor alanına müdahale olarak görüyor bir başka hayvanın varlığını. En iyi huylularımız, “hayvan burada perişan olur, kışın ıslanır, yazın susuz kalır” diye “düşünüp” “bu hayvanı alıp barınağa götürün” diyor. Siz sevgili insanlar bir sürü para verip saray yavrusu evler alıyorsunuz da sığamıyorsunuz içine, parka bahçeye de kafanıza göre bir düzen getirmeye kalkıyorsunuz, bir köpek 10-15 m2 alanda bir ömrü nasıl yaşasın? İnsanın aleminde buna “derdest etmek” denir, “barınma” denmez, “cezaevi” denir, “barınak” denmez.

Ertesi gün tekrar gidiyorum. Bizim yavrular on olmuş. Pırıl pırıl kapkara bir kız eklenmiş gece yanlarına. Kim getirdi, kimse bilmiyor. Diğer gönüllülerle beraber temizlik yapıyor, mamalarını takviye ediyor, sularını yeniliyoruz canların. İçimizden daha mahir birkaçı, yaralı olanların ilaçlarını veriyor, merhemlerini sürüyor. Veteriner ortada yok. Salı günü de vaat ettiği aşılamayı yapmak için gelmeyecek, üzerinize afiyet uykunun derin kollarından öğle vakti ayrılabilmiş. Yaz boyu hiç kısırlaştırma yapılamamış burada. Veterinerimiz hayli meşgul. Belediye başkanı teşekkür bekliyormuş çelik konstrüksiyonlu epey pahalıya mâl olan yapı için. Ben de küçük aklımdan şöyle geçiriyorum: Belediyenin yasaların kendisine verdiği sorumluluk ve bütçe ile yapmak durumunda olduğu kırka yakın köpeğin bakımını, aylardır en ufak bir maddi kazanç beklemeksizin, eşlerinden, çocuklarından kısarak yarattıkları zaman aralıklarında, hiç aksatmadan yapan bu insanlar bir teşekkürü hak etmemişler midir? Acaba Belediyemiz bu çelik konstrüksiyonlu epey pahalıya mâl olan yapıda hizmet vermeye ne zaman başlar?