Dinleri ve dilleri değişen bir halk; Lazlar – Kamil Aksoylu

0
2613

Kamil Aksoylu

Akademik bir içeriğe sahip olmayan bu yazı yerinden araştırmaya dayalı bilgiler ve benim gözlemlerimden oluşmaktadır. Kendi araştırma ve gözlemlerimle harmanlayıp sunduğum ifadelerim elbette ki herkesin eleştirilerine açıktır. Yalnız küçük bir uyarıda bulunmak isterim. İster Laz olun, ister Türk olun, ister Kürt olun. İster Alman, ister Fransız, ister Rus. Kısacası hangi etnik kökenden olursanız olun hayatınızın hiçbir döneminde bir kere bile olsun birinin bilmediğiniz bir dilden anlattıklarını anlamak zorunda kalmadıysanız burada yazılanları anlamakta zorlanabilirsiniz. Anlamayabilirsiniz. Hatta yanlış anlayabilirsiniz. Hatta ve hatta Lazlar da yanlış anlayabilir. Çünkü Lazlar dinleri ve dilleri değişen bir halktır. Bir halk için dil ve din değişimi nasıl bir travma yaratır tahmin edebilir misiniz? İsterseniz tahminlerimizi bir kenara bırakıp gözlemlerimize bakalım. Bu gözlem sadece benim değil, en azından Laz olan herkesin yaşadığı ve gördüğü bir gerçektir.

Doğal olarak neredeyse Türkçenin hiç konuşulmadığı bir aile içi ortamdan ilkokul sıralarına geldik. Okula başladığımız ilk gün öğrendiğimiz şey, öğretmenimizin konuştuğu dili hiç anlamadığımız oldu. Bildiğimiz ve anladığımız dil yasaktı. Bundan sonra bu dilden hiç konuşmayacağımız söylendi. Evet, 1970’li yıllara kadar köyde okuyan çocukların tamamına yakını Türkçe ile ilkokulda tanışmış oluyordu. Lazca konuşmanın da yasak olması öyle lafta falan değildi. Adamakıllı bir yasak uygulaması ve caydırıcı önlemler de vardı. İlkokulun eğitsel kolları arasına girmiş olan büyüklerimizden duyduğumuz ‘Lazca İle Mücadele Kolu’ dönemlerine biz yetişememiştik ama okula iyice adapte olmuş olan üst sınıf öğrencilerinin muhtemelen ilk gammazlık deneyimleri olan Lazca konuşanları ispiyonlamalarının açık hedefleriydik. O zamanlar üçüncü sınıfta okuyan Necmiye’nin “Oğretemen İbram hep Lacca k’onuşiyur” diye benim en iyi arkadaşım İbrahim’i nasıl ispiyonladığını hiç unutmam. İbrahim benden bir yaş büyük olup benle okula başlayan kapı komşu arkadaşımdı. Ben İbrahim’i sımsıkı tutup bırakmak istemediğimi hep hatırlarım. Siyah önlük ve beyaz yaka aynı köyün çocuklarını sanki birbirine yabancılaştırmıştı. Korkuyorduk ama neden korktuğumuzu bilmiyorduk.

Bir başka önemli sorun da bu kargaşa içinde alfabeyi öğrenmekti. Sınıfta sadece Türkçe konuşulduğu için inanılmaz zorluklar yaşanıyordu. Öğretmenimizin bizim köyden olması en büyük avantajımızdı. Bize yabancı olan tüm sözcüklerin arasında bir tek tanıdığımız vardı o da öğretmenimiz. Ama anlattıklarını anlayamıyorduk. Ve sonuçta o da bir insandı ve bunalıyordu. Bizim dilimizi konuşmak bize yasak olsa da öğretmenimiz çaresiz arada bir bu yasağı deliyordu. Lazca olarak “Yahu buna A derler… Buna B derler… Buna da C diyorlar” diye defalarca avazı çıktığı kadar bağırırdı. Ve o zaman gerçekten hepimiz anlıyorduk.
Benim bu anlattıklarım nedir ve ben bunları neden anlatıyorum? Herhalde bu travmanın hesabını sormak için anlattığım düşünülmez. Bunları anlatmamın sebebi başımıza musallat olan bu Lazca yüzünden neler çektiğimiz biraz anlaşılabilsin diyedir. Başımıza musallat olan diyorum. Çünkü Lazcanın bir dil olduğunun farkında değildik. Bizim başımıza musallat olmuş kötü bir yazgı olarak görmekteydik. Hoş yaşadığımız sıkıntılar sadece yazdıklarımdan ibaret değil ki. İlkokulla da bitmiyor. Eğitim hayatı, iş hayatı, askerlik, gurbet… Velhasıl Lazcanın bir dil olduğunu çok sonraları öğrenecektik. Dolayısıyla bu durumun çeşitli toplumsal sorunları olabilir ama günümüzde Lazlar için en önemli sonucun kendi etnik bilinçlerinin pek farkında olmamaları şeklinde gözlüyoruz. Bunun sebebi için zorunlu ya da gönüllü asimilasyon gibi sosyolojik tanımlarına girmeden asimilasyonun Lazlarda etkili olduğunu söyleyebiliriz. “Hayatınızın hiçbir döneminde bir kere bile olsun birinin bilmediğiniz bir dilden anlattıklarını anlamak zorunda kalmadıysanız” kriterini Lazların anlaşılabilmesine yardımcı olur amacıyla getirdim. Böyle bir durumla karşılaşmamış olanların anlayamaması da normaldir. Doğrudan empati gerektirir. Başka bir yolu yok. Çünkü bu bir fizik kanunu değil, edebiyat değil, serüven değil, gerçeğin ta kendisidir. Anlayamayanların bu konudaki düşüncelerinden dolayı kendileri ile yüzleşmeleri gerekir. Artık buna da yürekleri olsun.
Günümüze doğru geldiğimizde ise eski kuşaklar gittikçe bu travmanın izleri de silinmekte. Lazların çoğu böyle bir travmadan habersizdir. Bugün Lazların yarısı dilini pek kullanmasa da, yine de Lazların (en azından yarısının) iki dilli olduğunu söyleyebiliriz. İnançta iki dinlilik olmayacağı için günümüzde Türkiye Lazlarının hepsi Müslümandır. Lazlar arasında çok sıkı Müslümanların olduğu gibi sayıları az olsa da ateist ya da inançsızların olduğunu da belirtmek gerekir.

Günümüzde gözlemlediğim bir başka gerçek de genelde görülen bilişim kuşağı gençliği durumunun Lazlarda da pek farklı olmaması. Bunun ulusal asimilasyonla falan pek ilgisi olmasa da küreselleşme ve bilişim çağının getirdiği tüketim kolaylığı ile yakından ilgili. Yeni gençlik yavaş yavaş da olsa fark edilir bir şekilde değerlerinden uzaklaşıyor. Bölgesel bazda ele aldığımızda Doğu Karadeniz’de yazları adım başı yapılan neredeyse birbirinin aynı yöresel festivaller de bu değerlerin yok olmasına su taşımakta. Popülarite tutkunu yerel yöneticilerin çabası ve gayreti ile ilçe merkezlerini de aşıp köylere ve yaylalara kadar yayılan bu ekinlikler de bazı değerleri yok etmeye katkı yapmaktadır.

Sadece bizim olanlarla yatıp kalkmak, övünüp dövünmek ne kadar eksiklikse, ne kadar yanlışsa; bizim olmayanları bizim yapıp, bizim olanlardan habersiz kalıp yaşamak da o kadar yanlış olur. Yörenin ürününden, renginden, dokusundan adını alan festivallerin yerelliği isimlerinde kalmamalı.

Yeni kuşak Laz gençleri Lazcayı pek konuşmadıkları gibi oyunlardan figürlere ve mutfağından yemeklerine kadar bazı değişiklikler göze çarpmakta. İşin kötüsü yeni kuşak bu değişikliklerden habersiz. Yörede en çok yenen yemeklerden Hemşin mutfağının en önemli yemeği muxlamanın (muhlama) adı Türkçe ağızla neredeyse tüm bölgeye “mıhlama” diye yerleşecek gibi. Yöresel yemek yapan kimi lokantaların mönüsüne bile ‘mıhlama’ diye girmiş.

Keza yörenin milli oyunu horonun yerine anlamsız ve anlaşılmaz bir şekilde çalgının adı söylenir olmuş. Gençler arasında “tulum oynamak” gibi bir kavram kullanılıyor. Ben Arhavi’de çok rastlıyorum “Festivalde tulum oynadık” diyorlar. Yeni kuşağın neredeyse tamamı Laz kültürünü horon oynamakla muhlama ve lahana yemekten ibaret sanıyor. Sosyal medyalarda Lazca-Türkçe karışık espriler yapmayı Laz diline ve kültürüne hizmet sanıyor. Daha da kötüsü ben kimi yerlerde Laz dilini ve kültürünü bir hobi ya da eğlence aracı olarak kullanmaya çalışanlara da rastlıyorum. Bütün bunların yanında bugün sayıları çok fazla olmasa da her geçen gün biraz daha çoğalarak diline ve kültürüne sahip çıkmaya çalışan gençlerin varlığını da belirtmek gerekir. Umudumuz bu gençlerin çoğalması.