Tam oluşmamış refah devleti modeli içerisinde GGS

0
772

Hüseyin Özçelik

 

1945 yılında “sosyal refah devleti” adında bir mit ortaya atılmıştır. Güney Avrupa Refah Devletlerini kapsayan “Tam Oluşmamış Refah Devleti Modeli” Türkiye’nin de içinde tanımlandığı modeldir. Söz konusu “Tam Oluşmamış Refah Devleti Modeli” içerisine giren devletlerin anayasaları modern refah devleti yönünde güçlü kurallar içermesine karşılık yasal, kurumsal ve sosyal uygulamalar çok yetersizdir. Bu refah rejimi modeline sahip ülkelerin anayasa ve ilgili yasaları incelendiğinde modern refah devletinde olması gereken bütün kurumsal gelişmelerin vaad edildiği ancak uygulamaya geçilemediğinden söz edilmektedir. Bu yüzden de bu devletler “vaad devleti” olarak da adlandırılır.

Tam oluşmamış Refah Devleti Modelinin genel özellikleri;

  • Parçalı gelir koruma sistemine sahip olmaları

  • Gelişmemiş devlet kuruluşları yoluyla kısmen gerçekleşen ulusal sağlık sistemleri

  • Uygulamada geleneksel bir sistem olan aileye ve din kuruluşlarının yardım fonlarına dayanması

  • Tarım kesimi önemli bir yoğunluktadır

  • Tam istihdam geleneği yoktur

  • Özellikle kadınların iş gücüne katılımı ve istihdamı düşüktür

Her kanun hükümet enstrümanıdır. Oy devşirmenin aracı olan, ayni ve nakdi yardımların önünü açan kanunlar ise ana enstrümandır. Türkiye’de Yeşil Kart sistemi 01/01/2012 tarihinde uygulanmaya başlanmıştır. Yeşil Kart, 5510 sayılı kanunun 4/A (SSK), 4/B (Bağ-Kur), 4/C (Emekli Sandığı) kapsamına girmeyen vatandaşların sağlık sorunlarını sosyal devlet olmanın ilkesiyle çözüm girişimidir. Yani hiçbir sosyal güvenlik çatısı altında olmayan, sağlık giderlerini karşılayamayacak durumda bulunanların Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları üzerinden Gelir Testi yaptırmaları koşuluyla sağlık hakkından yararlanabilmeleri sağlanmıştır. Kanun gelir testi yaptırmak zorunda olanları aşağıdaki gibi tanımlamıştır;

  • Herhangi bir sosyal güvencesi olmayan kişiler

  • En son işten ayrılış tarihi üzerinde 100 gün geçtiği halde herhangi bir işte çalışmayan kişiler

  • Bağ-Kur primi ödeyemeyen kişilerin eş ve çocukları

  • Lise eğitimi biten ve üniversiteye geçemeyen kişiler

5510 sayılı kanunun 4/A-B-C maddeleri kapsamında hak sahipliği kadınlarda evlenmemek ve bir işe girmemek koşuluyla ömürlerinin sonuna kadar; erkeklerde ise lise öğrencisiyse 20 yaşına, üniversite öğrencisi ise 25 yaşına kadar devam eder. Ayrıca eğitim durumunun söz konusu olmadığı hallerde erkeklerin hak sahiplikleri 18 yaşında sona erer.

Herhangi bir sosyal güvenlik programına dahil olmayan kişiler, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına giderek kimlikleriyle başvuruda bulunabilirler. Vakıftan temin edilen “Hane Beyan Formu” eksiksiz doldurulup vakıf yetkililerine teslim edilerek başvuru tamamlanmış olur. Vakıf, kişinin başvurusunu teyit eder ve hane içerisindeki kişi başına düşen gelir hesaplanır.

  • Eğer başvuruda bulunan kişi anne-babadan biriyse ve çocuklarıyla birlikte yaşıyorsa tüm ailenin geliri hesaplanıp kişi sayısına bölünür.

  • Eğer başvuran kişi çocuklardan biriyse yalnızca anne-baba ve çocuğun geliri hesaplanarak sonuçlanır.

  • Büyük anne-büyük babanın ya da birinci dereceden akraba olmayan kişilerin yaşadığı geniş ailelerde bu kişiler gelir testi hesabına dahil edilmez.

Yapılan hesaplamalardan sonra kişi başına düşen gelir brüt asgari ücretin 1/3’ünü geçmiyorsa kişi yeşil karta tabi olur. Eğer hane halkında kişi başına düşen gelir brüt asgari ücretin 1/3’ünü geçiyorsa kişi aylık 60.88 tl prime tabi tutulur.

Yazının başında belirttiğimiz gibi kanunların hükümetlerin oy devşirme aracı olarak kullanılması dünden bugüne iktidar alışkanlığıdır. Devletin, vatandaşın çalışma hakkını yerine getirmeden, onun istihdamını sağlamadan, ondan prim talep etmesi çelişkidir. Devlet 18 yaşına gelen bireyi reşit kabul edip ona iş vermeden, ondan prim tahsilatı yapmaya çalışmaktadır. Gelir testi yapılırken kişinin ailesinin gelirinin de hesaba katılması devletin tabiri caizse hileli terazi kullanan esnafa benzediği anlamına gelir. İlginçtir (!) 16 Nisan seçimi öncesi gelen düzenlemede kademeli prim sisteminden tek prim sistemine geçilmiştir. Bu geçişin yanında prim faizlerine de af gelmiştir. Ayrıca yurt dışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına “bir ay prim ödemek koşuluyla üç ay sağlıktan faydalanabilirsiniz” sözü verilmiştir.

1945 yılı itibariyle adını duyduğumuz “sosyal refah devleti” eğitimden sağlığa akla gelen her bir hakkı devletin görevi olarak tanımlayıp çözüm çabasındayken 1980 yılında ortaya çıkan neoliberal ekonomik algı sosyal güvenlik hakkını prim ödeme koşuluna bağlamıştır. GSS (Genel Sağlık Sigortası) sosyal refah devleti olma koşuluyla primsiz çözülmesi gereken bir güvence ağı olması gerekirken vatandaştan tahsil edilen prim ve sunulan hizmet hükümetin halka vermiş olduğu lütuftan öteye gidememektedir. OECD ülkelerinde sosyal devlet sisteminin gelişmişliği sosyal hizmet ve sosyal güvenliğin etmiş olduğu zararla ölçülmektedir. Ne kadar çok zarar etmişse sistem, vatandaşın sosyal güvenliğe erişimi ve devletin kaynakları bölüşümü o derece adil olduğu varsayılır.

Sosyal güvenlik, sosyal hizmetin en büyük ve en kapsamlı ayağıdır. Sosyal hizmet ve sosyal güvenlik prim koşulu aranmaksızın haktır, lütuf değildir.