Çalışanlara reva görülen sistematik yoksulluk – Hüseyin Özçelik

0
555

Hüseyin Özçelik

İktidar temsilcilerinin “biz iktidara geldiğimizde…” diye başlayan cümlelerle iktidarlarını övdüğü, “dünyanın en güçlü ekonomisiyiz, Avrupa bizi kıskanıyor, büyümede dünya birincisiyiz, IMF borcunu ödedik, milli geliri arttırdık, çalışanı enflasyona ezdirmedik, borç verir hale geldik” vb söylemleriyle 15 yılı tüketmek üzereyiz.

Bu sürece baktığımızda iktidar tarafından yapılan güzellemelerin halka yansımadığını görmekteyiz. Türkiye ekonomisi enflasyon, işsizlik, cari açık, iç ve dış borç, döviz kuru dalgalanmalarına bakıldığında uçuruma doğru sürüklendiğini görmemek için kör olmak yetmez. Halka yansımayan ekonomik büyümeler ve milli gelir artışları, emek ve sermaye arasındaki uçurumu her geçen gün büyütmektedir. Yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapmaktadır.

Türk-İş’in 2002 Kasım ayı açlık sınırı rakamı 369 TL, 2017 Aralık ayında %435 artarak 1608 TL’ye ulaşmıştır. Yine aynı istatistiksel verilere göre 2002 yılında yoksulluk sınırı 1122 TL iken %466 artarak 5238 TL’ye yükselmiştir. Mevcut tablo kamu çalışanlarının %99’unun yoksulluk sınırı altında ücretlendirildiğini göstermektedir. Ortalama memur maaşının 2800 TL olduğu ülkemizde yoksulluk sınırından uzaklaşan memur maaşı açlık sınırına doğru yaklaşmaktadır.

Kamu emekçilerinin gerek maaş artışlarında gerekse kayıplarının karşılanmasında kriter olarak alınan enflasyon hesaplamaları, emek cephesinin yoksullaştırılmasında etkili ve sistematik bir araç olarak önümüze çıkmaktadır. Enflasyon sepetindekiler halkın tüketim alışkanlıklarıyla bağdaşmamakla beraber; sepetteki gıda, konut gibi zorunlu harcamalar bilinçli olarak düşük tutulmaktadır.

“Biz iktidara geldiğimizde” söylemiyle taban tabana tezat bir uygulama da vergi uygulamalarıdır. Daha önce ücret ve maaş gelirleri ayrı ayrı hesaplanırken mevcut iktidar bu iki kalemi teke düşürmüş, %15’lik vergi dilimi matrahı gerek enflasyon gerekse yeniden değerlendirme oranı adı altında artırılarak yılın ortasına gelmeden %20’ye ulaşmaktadır. Bu uygulamayla birlikte 2015 yılından itibaren açlık sınırı altında kalan asgari ücretli, %20’lik vergi diliminin içine sokulmuştur. Kamu emekçilerinin yılın ikinci yarısında almış olduğu zamlar vergi dilimi marifetiyle geri alınmıştır. Bu uygulamayla ocak ayında alınan maaş, temmuz ayında alınan zamma rağmen aralık alında alınan maaştan daha yüksektir.

Türkiye’de gelir durumuna bakılmaksızın herkesten aynı oranda dolaylı vergi alınmaktadır ve bu vergilerin gelir vergisi içerisindeki oranı %70’i bulmaktadır. Bu durum vergi ve gelir sistemindeki çarpıklığı resmetmektedir. Sonuç olarak gelir dağılımındaki adaletsizlik, her geçen gün artmaya devam etmektedir.

Var olan uygulamanın eleştirisi yapılırken çözüm yollarını da tartışmak gerekmektedir. Gelir düzeyi açlık sınırı altında olanlara vergi muafiyeti uygulanmalı, yoksulluk sınırı rakamları dahilinde olanlara ise birinci derece vergi diliminden vergilendirilmeleri, zorunlu tüketim malları üzerindeki tüm vergilendirmelerin de kaldırılması gerekmektedir.

2018 yılı düzenli vergi ödeyen mükellef için % 5 indirim anlamına gelmektedir. Milyonlarca bordro mahkumu ise bu kapsam dışında tutulmuş, maaşları ellerine gelmeden her ay vergileri peşin tahsil edilmektedir. Girişimci bir yıl önce elde ettikleri gelirleri iki taksitle ve %5 indirimle öderken, vergisini peşin ödeyen çalışanlar gelir vergisi güzellemeleriyle soyulmaya devam etmektedir. Yıllık gelirleri milyon dolarlarla ifade edilen futbolcuların gelir vergisi oranı 2019 yılı sonuna kadar %15’e sabitlenmiş ve açlık sınırı altında ücretlendirilen asgari ücretliyle dalga geçilmiştir.

15 Temmuz sonrası KHK’larla kamusal alan tasfiye edilmiş, oluşan boşluk mülakat gibi sınav sistemleriyle farklı cemaatlere yaşam alanı olarak sunulmuştur ki siyasi kadrolaşmanın eseri 15 Temmuz iken bu uygulamalar kronik hale dönüştürülmektedir. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi temel kamu hizmetlerinin hızla piyasalaşması temel kamu hizmetlerine ulaşımın maliyetini de her geçen gün yükseltmektedir.

OHAL uygulamaları meclisi by-pas etmiş Türkiye KHK’larla yönetilir olmuştur. Kamudan yapılan ihraçlar savunma hakkını hiçe saymış komisyon oluşturma gerekçesiyle de hukuk işlemez hale getirilip süreç uzatılmaya çalışılmaktadır.

Temel kamu hizmetlerinin parasız, ulaşılabilir ve nitelikli olduğu ülke, vatandaş için her geçen gün ihtiyaca dönüşmüştür. Kamusal alanın demokratikleşmesi dert edilmesi gerekirken kamu emekçilerinin iş güvencesi pazarlık konusu yapılmaya çalışılmaktadır.

Yolsuzluk iddiaları sınırları aşmışken TBMM’nin ve yargının işlevsizleştiği aşikardır. Ayrıca büyümede yakalandığı söylenen %11’lik oran üzerinden güzellemeler yaparken, konu çalışanlara bu orandan pay vermek olunca iktidarın eli titremektedir.