Çevresel etkiler, doğa koruma ve ekoturizm

0
670

Oğuz Kurdoğlu – Mehmet Özalp

Yıllardır turizm, tarım, yerleşme , üniversite, yol ve benzeri amaçlarla kullanım şekilleri değiştirilen doğal alanlar, son yıllarda enerji amaçlı olarak büyük bir baskı ile karşı karşıyadır.

 

Doğu Karadeniz, Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) tarafından belirlenen dünyanın biyolojik çeşitlik açısından özel öneme sahip 200 hassas karasal ekolojik bölgesi içinde yer almakta ve Uluslararası Doğa Koruma Örgütü (Conservation International­ CI) tarafından yeryüzünün en önemli biyolojik çeşitliliğe sahip ve en çok tehdit altındaki 25 sıcak bölgesi arasın­da değerlendirilmekte dir. Alanın en önemli bölümü olan Çoruh Vadisi Türkiye’de belirlenmiş 144 önemli bitki alanından biri olarak tanımlanmıştır.

Ancak böylesi gurur duyulacak doğal sistemlerin bozulmamış olduğu ve geleneksel yaşamın varlığını sürdürdü­ğü yörelerdeki mevcut yapı, aynı za­manda tüm ülke için kullanılacak kaynaklar anlamına da  gelmektedir. Yine bu amaçla su, kıyı, orman, yayla, mera gibi bozulmamış doğal kaynakların ölçüsüz yatırım baskısı altında oldukları ortadadır. Yıllardır turizm, tarım, yer­leşme, üniversite, yol ve benzeri amaç­larla kullanım şekilleri değiştirilen doğal alanlar, son yıllarda enerji amaçlı olarak büyük bir baskı ile karşı karşıyadır.

Özellikle 2001’de yayımlanan 4628 sayılı Enerji Piyasası Kanunu, elektrik enerjisi alanındaki devlet tekelini iletim hatları dışında kaldırmakta (Anonim, 2008/a), Ülkemizin enerji açığını  kapatmak üzere bütün su kaynakları, “verimliliklerinin arttırılacağı” gibi tartışmalı gerekçelerle yurt sathında çeşitli tahsislere konu edilmektedir.

Planlanan NT-HES sayısının Artvin ve Rize illerinde 250, Doğu Karadeniz’de 600 kadar, tüm ülke sathında ise 2000 civarında olduğu dile getirilmektedir. Henüz geçen yıl, toplam sayının 1600 civarında olduğu ve sayının her geçen gün arttığı düşünüldüğünde, mevcut tahribatın çok büyük ölçülere ulaşabileceği gerçeği ortaya çıkmaktadır. DSİ’nin 2005 verilerine göre oluşturulan bir tabloda Ülkemizde 137’si bitirilmiş, 39’u inşa halinde 540’ı  başlanmamış toplam 716 HES olduğu gösterildiği halde 2009 yılında bu sayının 2000’lere çıkması zor anlaşılır bir durumdur. Artvin ve Rize’de başlamış olan yaklaşık 20 NT-HES inşaatının oluşturduğu çevresel problemler, konunun mutlaka ekolojik, sosyal ve yasal çerçevesinin iyi çizilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

NT-HES’lerin çevresel ve sosyal etkileri

Hidroelektrik santrallerin yapım ve işletme süreçlerinde ekosistemde çeşitli olumsuz etkileri görülmektedir. Bu etkileri kaynağı bakımından ikiye ayırmak olanaklıdır.

A)İnşaat aşamasındaki çevresel etkiler 

Bitki örtüsü (flora) üzerindeki etkileri: NT-HES tesislerinin yapılma aşamasında ve sonraki işletme aşamasında, bitki örtüsü üzerinde yarattığı ve/veya yaratacağı olumsuz etkiler, bitki örtüsünün doğrudan tah­ribi, orman ve diğer doğal ekosistem­lerin bölünmesi (fragmentasyon) ve akarsu sistemlerine doğrudan bağlı olarak varlığını sürdüren dere kenarı vejetasyonunun tahrip edilmesidir. Topografyanın ge­nel durumu itibariyle, inşaat alanları­nın çok sarp ve dik, vadilerin dar olu­şu, NT-HES tesislerinin inşası sırasın­da özellikle de tünel yaklaşım ve yeni ulaşım yolları ile iletim tüneli ve kanal­larının yapımı aşamasında ortaya çıkan büyük miktarlardaki hafriyatın düzenli bir şekilde depolanması söz konusu olamamaktadır. En kolay yol olarak şevlerden aşağıya dökülmektedir. Bu uygulama dereye kadar olan bölüm­deki bitki örtüsünün tamamen yok olmasına, habitatların geniş alanlarda ayrılmasına, parçalanmasına, dere yatağının dolarak sucul sistemin de bozulmasına neden olmaktadır.

Özellikle yukarı havza bölümleri, bo­zulmamış ekosistemler olarak, kaliteli suyun üretildiği, toprak ve su koruma işlevi yüksek olan alanlardır. Bu alan­lardaki ormanların, yeterli büyüklük ve sağlıkta olması, suyun miktarı ve sürekliliği diğer deyişle sağlıklı ekosis­temlerin varlığı ile doğrudan ilişkilidir. Bu etkilerin yanında açılan şev ayna­ları ve yol altı şevlerin tahribi, heyelan­ları da tetikleyerek tahribatı ve haf­riyat yükünü artıracaktır.

Hayvan Topluluklan (Fauna) Üzerindeki Etkileri: Proje alanındaki inşaat ve habitat bölünmeleri nedeniyle beslenme ve üreme alanlarının tahribi, hayvan topluluklarının doğrudan zarar görmesi anlamına gelmektedir. Yıllardır süren inşaat, patlatma, iş makineleri ve taş kırma şantiyelerinin oluşturduğu yüksek toz miktarı, titreşim ve gürültüler, yaban hayvanlarını bu etkilerin olmadığı benzer başka alanlara yönlendirmektedir.

Dere sistemindeki bozulmalar yine yaban hayvanlarının su ve beslenme ilişkilerini bozacak, değişik amfibi ve el değmemiş derelerin çoğunda varlığını sürdürebilen nadir bir tür olan su samuru sayısı doğrudan azalacaktır. Örneğin Yusufeli­ Altıparmak Vadisi bir başka risk altında olan alandır. Yapılan bir çalışmada 210 tür kelebek kaydedilmiştir. İngiltere’de 55, Avrupa Kıtasında 500 ve Türkiye’de 364 tür olduğu düşünülürse, alanın önemi biraz daha net ortaya konmuş olmak­tadır. Ancak vadide yapılması plan­lanan on adet HES, alanın tam anla­mıyla bozulmasına ve yaban hayvanları ve kelebeklerin ortamdan uzaklaşmasına yol açacaktır.

Su ve sucul sistem üzerindeki etkisi: Belli balık türleri dışında bölgede en az çalışılmış konuların sucul sisteme bağlı türler ve derelerle ilişkileri olduğu söylenebilir. İnşaat sırasında dere yataklarına dökülen hafriyatın, sularda bulanıklık, sıcaklık değişimi ve yumurtlama alanlarının tahribi gibi etkileri olmaktadır. Yapılan bir araştırmada, 2007 yılındaki kuraklık nedeniyle suyun debisinde düşme meydana geldiğinde, ergin ve yavru balıkların dere içinde oluşan küçük gölcüklerde mahsur kalmalarına ve yüksek sıcaklık ile oksijen azalması sonucu öldükleri ortaya konmuştur. Yine aynı araştırma, suyun azaldığı yaz aylarında temizlik suları ve kanalizasyon atıkları ile deterjanlardan fosfat ve suni gübrelerden azot bileşikleri, fauna üzerinde olumsuz etki göstermektedir. Yine benzeri faaliyetlerin bölgede yayılış gösteren amfibi ve sürüngen habitatlarını tahrip edeceği, bunlardan bazılarının koruma altına alınması gereken türler olduğu bildirilmektedir.

Durum böyle olduğu halde vadilerde yapılan ardışık HES’lerin çiftlik balık­çılığı potansiyelini tamamen ortadan kaldıracağı bunun aynı zamanda ekonomik olarak zayıf durumda olan yerel halkın gelir olanaklarını kısıtlayacağı ortadadır. Örneğin Tarım İl Müdürlüğünün 2009 tarihli bir raporunda “Artvin’de mevcut dereler üzerinde halen kurulu bulunan 33 adet alabalık tesisinin etkileneceği” belirtilmektedir. Bu etkilenme bir yana, bazı dereler üzerinde kurulmak istenen alabalık çiftlikleri için yapılan müracaatlarda, müteşebbislere “bu derenin su kullanım hakkı HES için devredilmiştir” şeklindeki cevaplar, yönetmeliklerde yer alan sorumlulukların çok da dikkate alınmadığını göstermektedir .

B) İnşaat sonrası oluşacak çevresel problemler

Telafi suyu (Can suyu) sorunu: HES projelerindeki en temel tartışma konu­sunu, derelerdeki su miktarının ne ka­darının kullanılacağı oluşturmaktadır. Kadim su haklarının ve alışılagelmiş kullanımların değişeceği endişesi, özel­likle yerel halkın NT-HES’lere karşı ciddi direnç oluşturmasına neden ol­muştur. Telafi suyu (can suyu), dere­lerdeki doğal yaşamın sürdürülmesini engellemeyecek ekolojik bir eşik olarak düşünülen ancak herkesçe kabul edil­miş geçerli bir tanımı/miktarı belirlen­memiş olan su miktarıdır. Can suyu, hem ekolojik işleyişi kesintiye uğratma­yacak hem de içme suyu, kullanma su­yu ve varsa balık çiftliği ve sulama suyu ihtiyaçlarını da karşılayacak miktarlarda olmalıdır.

Ancak, Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliğinin Ek 1, 4. Maddesinin 2. fıkrasında “şirket, dere yatağının su al­ma yeri mansabında doğal hayatın ida­mesini sağlayacak ve bu kesimde su haklarını karşılayacak miktardaki suyu yatağa bırakacaktır” ifadesi kullanılmıştır. Son düzenlemelerle, ”Ancak, doğal hayatın devamı için mansaba bı­ rakılacak su miktarı projeye esas alınan son on yıllık ortalama akımın en az %10 u olacaktır” ibaresi eklenmiş ve bırakılacak su miktarı oransal olarak belirlenmiştir.

Su miktarındaki azalmanın diğer bir sonucu ise akarsu sistemlerine bağlı olan bitki örtüsü (dere kenarı veje­tasyonu ve aluvial ormanlar) ile sucul ve iki yaşamlı canlıların habitatların olumsuz etkilenmesidir. Bu etki, yağı­ şın ve dolayısı ile dere akışının azaldığı kurak dönem sürecinde daha akut etkiler yapacak, kötü şartların uzama­ sına ve olumsuz etkilerin çok daha cid­ di boyutlara gelmesine neden olacaktır.

Enerji nakil hatlarının yaratacağı sorunlar: Şimdilik görülmeyen ancak NT-HES projelerindeki en önemli sorunlardan birisi de üretilen enerjinin nakledilmesi için geçirilecek enerji iletim hatlarının durumudur. HES projelerine dahil edilmeyen iletim hatlarının maliyeti, hangi alanlardan geçirileceği, geçtiği alanda yaratacağı orman tahribatı pro­jelerde ve dolayısıyla ÇED sürecinde yer almamaktadır. Oysa bu hatların ulusal şebekeye bağlanacağı yere kadar binlerce kilometrelik iletim hatlarına ihtiyaç vardır ve geçirileceği ormanlık alanlarda 20-50 m arasındaki tüm bitki örtüsünün tamamen ve sürekli temizlenmesi söz konusudur. Bu çok büyük bir orman tahribatı demektir. Bu tah­ribat, zaten parçalanmış olan orman­ların yeniden daha küçük adalara bölü­nerek ekosistemin sağlığının bozulma­sına yol açacaktır. Bunların yanında yüksek gerilim hatlarının çeşitli sağlık sorunları oluşturduğuna dair bilgiler de az değildir. Çoğunlukla dar vadilerden yerleşim alanlarının üzerinden geçmek zorunda kalıp insan sağlığına olumsuz etkileri olabilecektir.

Sosyal ve ekonomik sorunlar: Yörenin kül­türel zenginliğinin yapı taşları kırsal yerleşimlerdir ve geçimlerini ağırlıklı olarak tarıma bağlamışlardır. Bu yönüyle kırsal yerleşimlerdeki kültürel ve ekonomik çevrenin sürdürülebilirliği, proje sonrasındaki tarımsal şartlarla da doğrudan ilgilidir. Yörede tarımın korunması, topraklarından ayrılmama ve insanlar arasındaki bağın koparılmaması, kültürün korunması açısından çok önemlidir. Su kaynaklarının geliştirilmesine yönelik yapılabilirlik analizlerinde salt teknik ve ekonomik yapılabilirlik değil, geniş anlamda siyasal, toplumsal ve çevresel yapılabilirlik ölçütlerinin göz önünde bulundurulması gerekir.

Dünyanın ve Türkiye’nin sayılı enerji yapılarından olduğu söylenen Çoruh Projelerinin Tasarım, planlama ve uygulama süreçlerinde ne yazık ki bugünkü anlamda “sosyal boyut”, “çevre değerleri” ve “toplumsal katılım” kavramları görülmemektedir. Buna bağlı olarak bu projeler başta hızlı göç olmak üzere çok ciddi sosyo­ ekonomik sorunları tetiklemektedir.

Suyun içme/kullanma ve enerji amaçlı kullanımından doğan çatışmaların en açık yansımalarını, özellikle kaynakların bulunduğu böylesi kırsal alanlarda içme, kullanma ve tarımsal amaçlı sulamaya bağımlı olan yerlerde görmek mümkündür. Bu tartışmalar daha çok Artvin İlinin Yusufeli, Şavşat, Ardanuç; Erzurum İlinin Tortum, İspir gibi görece yaz kuraklığı ve su açığı olan ilçeler ve köylerinde yaşanmaktadır.

NT-HES nedeniyle, çok zaman köyler by-pass edilmekte ve yasal kimi zorun­luluklara rağmen yeterli suyun bırakıl­masından şüphe duyulmaktadır. Bu konuda köylülerin ileri sürdüğü temel gerekçe “yaz döneminde bırakın sula­mayı, içmeye bile su yeterli olmazken, taahhüt edilen miktarın bırakılması söz konusu olamaz” şeklindedir. Yine HES yapılması ile ilgili büyük tartışmaların yaşandığı Tortum’un Dikmen Köyü Vadisinde son 5 yıldır köylüler ürettik­leri meyve ve sebzeleri organik ürün olarak büyük bir marketler zincirine satmakta ve çok önemli bir ekonomik girdi sağlamaktadırlar. HES’lerin faa­liyete başlamasıyla bu ürünlerin artık üretilemeyeceğini hem büyük ekono­mik kayıpların hem de arazi değerlerin­ de büyük düşüşlerin yaşanacağı ve köye başlamış olan göçlerin tekrar eskisi gibi köylerin boşalması ile sonuçlanacağı düşüncesi hakim olmaya başlamıştır.

Doğu Karadeniz’de her vadi için ayrı ün yapmış ve önemli bir ekonomik girdi sağlayan bal üretiminin -HES inşaatlarının olduğu vadilerde- eski veriminde olmadığı, örneğin Murgul Kabaca Vadisinde rekoltenin önceki yılların üçte birine düştüğü üreticilerce dile getirilmektedir. Yine bu vadilerde yapılmakta olan hayvancılıkta önemli zorluklar yaşandığı gözlenmektedir.

HESTahribat

Derelerdeki en önemli ekonomik faaliyetlerden biri olan çiftlik balıkçılığı ise ciddi tehdit altındadır. Özellikle ardışık HES’lerin yapıldığı vadilerde çiftliklerin yeterli suyu bulamayacakları ortadadır.

Örneğin, Trabzon Altındere Vadisi Milli Parkından çıkan Coşandere ve Akarsu (Larhan) Deresinde  2009 yılında menba yönündeki HES inşaatı nedeniyle ilgili kurumlara başvuruda bulunarak yardım isteyen yedi alabalık işletmesinden dördü ekonomik olarak büyük zarar görmüştür. Aynı işletmelerin hazırladıkları raporda; yapılan HES’in işletmesi sırasında da çiftliklerin zarar göreceği, tünellerden çıkan suyun çiftliklerde kullanılabilmesi için gaz doygunluğu problemini gidermek üzere 2-2,5 km açıkta akması gerektiği, debinin az düzeye indiği Temmuz-Eylül döneminde havuzların balık dolu olduğu, kapasitenin en üst düzeyde olduğu ve çiftliklerin su ihtiyacının en fazla olduğu, bu nedenle bırakılacak cansuyunun yetersiz olacağı ifade edilmektedir.

NT-HES inşaatlarının doğa koru­ma yönünden değerlendirilmesi: NT-HES’lerin en önemli etkisi ekosistemleri parçalaması ve habitat kaybına neden olmasıdır. İnsan etkin­likleri ile yabanıl canlıların yaşama or­tamlarının işgal edilmesi, değiştirilmesi, bölünmesi, daha küçük parçalara ayrılması ve daraltılması olan “fragmentasyon”, son çeyrek yüzyıl içinde, dünyada ve Türkiye’de, özellikle de karasal ekosistemlerde hızla ilerlemektedir. Buna paralel olarak önce irili ufaklı habitat adacıkları oluşmakta; ilgili habitatta bulunan tür çeşitliliği azalmakta; her bir türün birey sayıları ve bolluk dereceleri düşmekte; soy-içi (akrabalar arası) eşleşme oranı artarak soyiçi çöküş hızlanmaktadır.

Belirli ekolojik bütünlüğü olan bir alanda ne kadar çok çeşitli habitat bulunursa, orada bulunan canlı türü sayısı da o oranda çeşitlilik göstermektedir. Habitat çeşitliliği biyolojik çeşitliliğin temel öğelerinden biridir.

Su miktarında ve kalitesindeki düşüş, doğanın kendini yenilemesindeki en büyük engeldir. Doğanın kendini yenileme olanağından yoksun bırakılması aynı zamanda insan topluluklarının da gelişimini engellemektedir. Hangi yatırım için olursa olsun, öncelikle orman ve su kaynaklarımızı korumak hayati önem arz etmektedir. Koruma ormanlarının ana işlevlerinin doğal su kaynaklarının korunması ve iyileştirilmesi üzerinde doğrudan öneme sahip oldukları kuşkusuzdur. Belirtmek gerekir ki, ulusal park ve koruma ormanlarının ana işlevlerini gerçekleştirebilmeleri de her şeyden önce kendi sınırları içinde doğal yapılarının iyileştirilmesi ve etkin biçimde tüm değerleri ile korunmalarına bağlıdır. Doğu Karadeniz’deki neredeyse tüm yerleşimlerin suları ormanlık alanlardaki su havzala-rından gelmektedir. Bu durumda su kıtlığının kapıda olduğu bir ülkede ormanlık su havzalarını korumak stratejik  bir önem kazanarak ülke geleceğini korumakla eş anlamlı hale gelmektedir.

Ekoturizme etkileri

Doğu Karadeniz, sahip olduğu sıra dışı doğal ve kültürel varlıkları ve sürdürülmekte olan geleneksel yaşam tarzları ile ülkemizin son yıllarda en fazla talep gören ekoturizm bölgesi durumundadır. Şüphesiz var olduğu ortama etkisiz bir turizm faaliyeti olamaz. Fakat büyük çaplı ekonomik yatırımlar doğal değerlerde hızla düşüşe neden oluyorsa, (bu turizm yatırımı bile olsa) turizmin de sonu geliyor demektir. Bu açıdan yaklaşıldığında bölge için en uygun turizm tipinin, korumayı ve yerel gelişmeyi ön planda tutan, doğa temelli bir turizm çeşidi olan ekoturizm olduğu ortaya çıkmaktadır.

Ne yazık ki turizm için bile son derece hassas kullanılmasını önerdiğimiz doğal kaynakların ve kültürel mirasın, yatırım bahanesiyle yok edilme sürecine girdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Rize ve Artvin illerinde söz konusu olan en az 200 HES inşaatı, özel turizm gelişim merkezleri ilan edilen yöreyi deyim yerinde ise inşaat tarlası haline getirecektir.

Planlanan enerji yatırımlarının onda birinin bile yapılması durumunda, bölgedeki doğa temelli turizm faaliyetlerinin sürdürülemez olacağı açıktır. Eğer bir vadi enerji üretim yeri olarak hizmet veriyor ise turizm merkezi olması söz konusu olamaz. Cebri borular, tünellerden çıkarılan milyon metreküplük taş yığınları, suyu olmayan dere yatakları ve HES yapıları, binlerce demir direkle, kilometrelerce kablolu gökyüzü turizm için asla cazibe unsurları olmamaktadır.

Bunların yanı sıra yapılan HES inşaatları var olan sistemi bozacağı için yerel üretimi sağlayacak her türlü tarım ve hayvancılık yapılabilir ya da potansiyel olmaktan çıkacaktır. Çünkü ekoturizm yerel halk ve onun üretimi olmadan varlığını oluşturamaz. Doğu Karadeniz Bölgesi henüz bozulmamış bazı bölümleri ile halen dünyanın ilgi çeken doğal alanlarından biridir.

Sonuç

Roma hukukundan bu yana, insanoğlunun egemenlik kuramadığı ve özel mülkiyete konu edemediği varlıkların başında gelen su, özellikle kaynak yetersizliğinin gündeme geldiği XX. Yüzyılda, tartışma gündemine gelmiştir. Dünya ölçeğinde gündeme gelen ve halen tartışılan başlıca iki politika seçeneğinden birincisine göre; “Su bir insan hakkıdır, kamu yararı ilkesi doğrultusunda olabildiğince ucuz olarak yurttaşın kullanımına sunulmalıdır.” İkinci seçeneğe göre ise; “Su bir insan ihtiyacıdır. Ticari bir meta olması nedeniyle de bedeli piyasa gerekleri doğrultusunda müşteri tarafından karşılanmalıdır.” Su, 1970’li yıllardan sonra uygulanan küresel yeni liberal ekonomik politikalar çerçevesinde, ikinci seçenek doğrultusunda uygulanan reform çalışmaları kapsamında, dünya ölçeğinde giderek bir meta olarak değerlendirilmektedir.

Suyun insan hakkı olduğu kadar ekosistemin de hakkı olduğu kabul edilmelidir. Doğada üretilen suyun daha iyi yönetilmesi için kamu ormancılık örgütü ile belediyelerin ortak orman yönetim alanlarının belirlenmesi gereklidir. Ekolojik olarak bir bütünlük arzeden, özellikle içme suyu kalitesi olarak üst düzeyde olan, biyolojik çeşitlilik varlığı yönünden diğer havzalardan belirgin bir üstünlük gösteren, görsel kalite olarak etkileyici ve turizm varış noktası olarak talep edilen görece bozulmamış havzalar, sadece HES amaçlı değil ekosistemi dönüştürecek büyüklükteki her türlü yatırımdan uzak tutulmalıdır.

Hızla alternatif temiz enerji kaynakları devreye sokulmalıdır. Yapılan araştırmalar güneş, rüzgar ve jeotermal enerjiden sağlanacak elektriğin dünya ihtiyacını birkaç misli fazlayla sağlayacağını ortaya koymaktadır.

Biryaşam, Ocak-Şubat 2011, sayı 13