Doğu Karadeniz’de geleneksel ve modern toplumdaki kadınlık durumları: Kadın özgürleşmesi için geçmişi yeniden değerlendirmek

0
938

Ayşenur Kolivar

Doğu Karadeniz’de yaşayan kadınlar açısından son 50 yılda yaşanan modernleşme sürecinin, kadınların özgürleşmesi, kamusal alanda görünür olması, kendini ifade edebilmesi ve bir kimlik geliştirmesi açısından yeni olanaklar sunduğu tartışma götürmeyecek bir gerçekliktir. Özellikle eğitim, sağlık ve hukuk alanlarında kadınların kamusal hayata daha eşit ve özgür bir şekilde katılabilmesini sağlayacak önemli kazanımlar elde edilmiştir. Ancak kadınların modern toplumlarda halen yaşadığı sorunların ağırlığı ve ciddiyetini koruduğu göz önüne alındığında, modern toplumsal hayattaki kadınlık durumlarımıza dair bir sorgulamanın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Bu sorgulamayı kültür-sanat alanındaki çalışmalarım dâhilinde Doğu Karadeniz’de yaptığım alan çalışmalarında gözlemlediğim olgular üzerinden yapmaya çalışacağım. Ancak bu olguları tartışmayı başlamadan önce bugün içerisinde yaşadığımız toplumsal yapının bu tartışma açısından önemli olduğunu düşündüğüm birkaç özelliğine değinmek istiyorum.

İçinde yaşadığımız toplumsal yapı çok farklı düzeylerden, çok farklı yaklaşımlarla değerlendirilebilir. Ancak bunların hemen hepsinin içinde yaşadığımız toplumun bir tüketim toplumu olduğu konusunda hemfikir olacağını düşünüyorum. Tüketim toplumunu sadece insanların aşırı bir tüketim eğilimi içerisinde olduğu bir toplumsal yapı olarak düşünmek yanlış olacaktır. Tüketim toplumu, bütün bir toplumsal yapının tüketimi mümkün kılmak ve giderek artırmak üzerine kurulu olduğu bir yapıdır. Bunun sonucu olarak satılabilmesi mümkün olan her şeyin metalaştırılması, dini, ahlaki, ideolojik vs. çeşitli nedenlerle metalaştırılması meşru bulunmayan şeylerin satılabilmesinin önündeki engellere arsızca saldırılması, tüketimin teşvik edilmesi için her tür reklam ve propagandanın abartılarak hakikatlerin yerini alması olağanlaşmaktadır. Belki bunlardan daha da vahim olan husus, tüketimin insani ihtiyaçların giderilmesinden çıkıp, insanlık dışı koşullarda çalışmaya mecbur edilen insanların yıpranan kimliklerinin ve kişiliklerinin tedavi edilmesi için bir tür psikolojik tedavi mekanizması haline dönüştürülmüş olmasıdır. Bu açıdan “tüketim toplumu” tabirinin yerine “akıl ve ruh sağlığı bozulmuş bir şekilde tüketim toplumu” ya da “insanların emekleriyle birlikte ellerinden alınan kişiliklerini yeniden satın alabilmeleri için çılgınca tüketim toplumu” demek daha doğru olacak gibi görünüyor. Kadınların toplumsal varoluşu açısından bakıldığında, modern hayatın içerisinde kadınlara sağlanan olanakların da bu çerçevede sorgulanması doğru olacaktır. Bu kazanımların içerdiği hakikatin bir takım reklam ve propagandalarla olduğundan çok daha büyük gösterildiğini ve en azından bir kısmının tüketim toplumunun araçları haline getirildiğini düşünüyorum. Modern toplumun sağladığı olanaklar konusundaki propagandanın bir tarafı kadın sorununda yaşanan ilerlemenin bize olanakların gerçek içeriğini kat kat aşan bir şekilde abartılmasıysa, diğer tarafı da modernite-öncesi geleneksel toplumsal yapılardaki kadınlık durumlarının toptan kötülenmesi ve aşağılanmasıdır.

Bu noktada, Doğu Karadeniz’deki geleneksel toplumsal yapılar içerisinde kadınların hayatında var olan bazı durumlara farklı bir şekilde bakılabileceğini düşünüyorum. Doğu Karadeniz’deki toplumsal yapının şekillenmesinde bölgenin sınırlı kaynaklara sahip olmasından dolayı ortaya çıkan gurbetçilik olgusu belirleyici bir öneme sahiptir. Genellikle erkeklerin uzun sayılacak süreler boyunca bölge dışında bulunmaları, farklı kültürlerde erkeklerin üstlenmesi beklenen birçok işin kadınlar tarafından yapılmasını mümkün ve meşru kılmıştır. Bir başka deyişle gurbetçilik kadınların eve kapalı bir hayat sürmesinin önündeki en temel gerekçeyi –kadının ev dışındaki emeğine ihtiyaç olmadığı iddiasını-geçersizleştirmiştir. Bu durumu iki şekilde okumak mümkündür: Bir yanda, ev dışındaki işleri üstlenmek kadınların geleneksel sorumluluklarının üstüne yeni sorumluluklar eklemekle birlikte, diğer yanda kadınlara kendi ayakları üzerinde durma ve kendi hayatını idame ettirmesini sağlayacak bir bilgi birikimi de sağlamıştır. Bu bilgi birikimi, Doğu Karadenizli kadınların diğer kültürlerdeki kadınlara göre daha fazla özgüven sahibi olduğu yönündeki kanaatin nesnel nedenlerinden biridir. Kadınlar, çay bahçelerinde, mısır tarlalarında ya da fındıklıklarda sadece çalışmakla kalmayıp burada yapılacak işlerin planlanması ve düzenlenmesinde asli sorumluluk sahibidir. Kendi çayını toplayıp satışını organize etmek Rize ya da Artvin’de yaşayan bir kadın için sıradan bir iştir. Bu anlamda Doğu Karadeniz’in geleneksel kültürlerindeki kadınların büyük bölümü kendilerinin yönettiği bir işe sahipti. Modern hayatın kadınlara daha fazla çalışma olanağı sunduğu yönündeki iddianın bu anlamda Doğu Karadeniz’in köylerinde yaşayan kadınlar için tartışmalı olduğunu düşünüyorum. Geleneksel hayatları içerisinde çalışma özgürlüğüne sahip olan ve üretici konumunda bulunan bu kadınlar kasabalara ya da şehirlere göç ettiklerinde bu özgürlüğü büyük ölçüde yitirdiler. Bu açıdan Doğu Karadeniz’in kasaba ve şehirlerindeki çalışan kadın oranının köylerde çalışan kadınların oranından daha düşük olduğunu kanıtlamak pek zor olmasa gerekir. Doğu Karadeniz’de geleneksel toplumlarda bir kadının ev dışındaki işleri yapmaması, bir başka deyişle dışarıda çalışmaması ayıp karşılanırken kasabalarda ve şehirlerde aynı şey söz konusu değildir.

Doğu Karadeniz’deki kadınların çalışma koşullarının bir başka boyutu da çalışma hayatının bir başka unsuru olan dayanışmadır. Modern toplumlarda iş sahibi olabilmek, yaratıcı bir emek sergileyebilmenin ve dolayısıyla birey olabilmenin önkoşullarından biridir. Ancak modern toplumda birey gerek çalışma hayatında gerekse özel yaşantısında kolektif bir varlık olarak değil sadece kendisini daha doğrusu kendisi için tüketmeyi düşünen bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak Doğu Karadenizli kadınların çalışma hayatında çok çeşitli nedenle düzenlenen imeceler üzerinden geliştirilen ciddi bir dayanışma etiği bulunmaktadır ve bu dayanışma çalışma hayatının bir parçasıdır. Üstelik burada gelişen dayanışma sadece çalışma hayatıyla sınırlı değildir. Düğünler, cenazeler, ev kurmak vs. türünden modern toplumun kişisel saydığı alanlara da uzanmaktadır. Ancak, Doğu Karadenizli kadınların özellikle büyük şehirlerdeki çalışma ve ev hayatlarına bakıldığında bu dayanışmanın oldukça sınırlı kaldığı ve hatta ortadan kalktığı söylenebilir. Modern yaşam içerisinde kolektif bir bireysel kimlik ve bir dayanışma etiği üzerinden şekillenen bir birey kimliği geliştirmeye zemin oluşturacak yapılar geleneksel toplumlardakine nazaran son derece sınırlıdır. Doğu Karadeniz’deki kadınların hayatının olağan unsurlarından biri olan bu dayanışma kültürü, modern hayatla birlikte ancak ciddi mücadelelerle ayakta tutulabilmekte ve yerini satın alınan hizmetlere bırakmaktadır.

Doğu Karadeniz’deki geleneksel kültürlerde kadınlık durumunun en önemli öğelerinden bir diğeri de kadınların büyük ölçüde üretici konumunda bulunmasıdır. Bu üreticilik kimliği yalnızca çalışma hayatıyla da sınırlı değildir. Kültürel alanda da kadınların önemli bir üretici kimliği vardır. Doğu Karadeniz’de yaptığım alan çalışmalarında gittiğim hemen her köyde köydekiler tarafından şair olarak nitelenen birden fazla kadın bulunduğuna sıklıkla tanık oldum. Çoğunlukla kadınlar arasında düzenlenen toplantılarda kendilerini ifade etmekle birlikte bu kadınlar erkeklerin bulunduğu ortamlarda da kendi sanatsal üretimlerini icra edebiliyorlardı. Türkü söylemek ve üretmek bu kadınlar için gündelik hayatlarının doğal bir parçasıydı. Bunları icra etmek için konser salonlarına sahip olmamakla birlikte bu amaçla kendi aralarında organizasyonlar yapıyorlardı. Ancak, modern hayatın asli pazarını oluşturan yer şehir olduğu için geleneksel kültürün taşıyıcıları olan bu kadınlar modern kültür pazarına kabul edilmediler. Zaten bu kadınların da böyle bir dertleri yoktu. Doğu Karadeniz’in geleneksel toplumlarındaki kadınların müzik alanına yaklaşımını gösteren en iyi örneklerden biri de 20. Yüzyılın başında ağız armonikasının Rize-Çayeli arasındaki köylerde yaygınlaşmasıyla yaşanan olgudur. Ağız armonikası icat edilmesinden yaklaşık elli yıl kadar sonra söz konusu bölgeye gelmiş ve burada çok sayıda kadın ağız armonikası çalmayı öğrenmiştir. Bu çalgı, geleneksel çalgılar olan kemençe ve kavalın yerini alacak kadar popülerleşmiş, düğünlerin ve kadın eğlencelerinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. 1980’lere kadar ağız armonikası yöredeki kadınlar tarafından yoğun olarak kullanılan bir çalgıydı. Bu örnek günümüzün modern hayatıyla karşılaştırıldığında Doğu Karadeniz’de bir çalgı çalabilmek bir yana müzikle uğraşan kadın sayısının parmakla sayılacak kadar az olduğu göz önüne alındığında modern hayatın bu alanda da ciddi bir kısırlaşmayı beraberinde getirdiği açıktır.

Tüm bunlara bakarak modern toplumdaki ilerlemeleri küçümsemek ya da bir gelenek nostaljisi yapmak niyetinde olmadığımı açık olarak söylemek istiyorum. Burada dikkat çekmek istediğim konu özetle şudur: Modern toplum kadınlık durumları açısında elbette kayda değer ilerlemeler ve kazanımlar sunmuştur. Ancak bunu yaparken bir yanda bu kazanımları tüketim toplumunun bir parçası haline getirmeye çalışmakta diğer yanda geleneksel toplumların tüketim toplumunun kalıplarına uymayan ancak kadınlar açısından önemli özgürleşme olanakları taşıyan unsurlarını aşağılamakta ya da göz ardı etmektedir. Dolayısıyla bu noktada şu soru sorulabilir: Modern toplumun sağladığı (ve çoğu zaman da sattığı) kazanımlardan yararlanabilmek için geleneksel toplumlarda var olan bir takım özgürleşme olanaklarından vazgeçmek zorunda mıyız? Geleneksel yaşantıda var olan bir takım özgürleşme olanaklarını modern hayatın içerisinde tüketim toplumuna alternatif olanaklar halinde yeniden üretmemiz mümkün olabilir mi? Yeni bir kazanım elde etmek için öncekilerden vazgeçmek zorunda olmadığımıza inanıyorum. Tüketim toplumunun bize ilerleme ya da kazanım olarak sunduğu olanakların ne ölçüde hakikat ne ölçüde propaganda olduğunu değerlendirmek ve yeni alternatifler yaratmak konusunda yaratıcı fikirler geliştirmek amacıyla geleneksel kadınlık durumlarının modernist gözlüklerden kurtularak yeniden değerlendirilmesinin ön açıcı olabileceği düşünüyorum. Nihayetinde geleneksel toplumlar da modern toplumlar da esas itibariyle ataerkil toplumlardır ve her ikisinde de kadınlar imkânları ve tarihsel koşulları dâhilinde bir özgürleşme mücadelesi vermektedir. Günümüzün tüketim toplumundan daha özgürlükçü, dayanışmacı ve eşitlikçi bir dünya için elimizdeki tüm olanakları değerlendirmek ve bu mücadelenin özellikle kadınlar açısından fiili olarak yaşanmış uzun bir tarihinin olduğunu unutmamak gerekir.

Bir Yaşam Dergisi