Fındık-Fıstık Cumhuriyeti | Deniz Topaloğlu

0
658

Deniz Topaloğlu

Genç Cumhuriyetimiz henüz terütaze iken vermiştir gelecekte ne kadar proaktif,  ne kadar demokrasiye “vurgun” bir karakteri olduğunun işaretlerini. Ne de olsa çocuk yedisinde neyse yetmişinde de odur ya. Tabi o zamanlar zıpkın gibi delikanlı; henüz metalürji biliminin derinliklerine vakıf değil. Ne “metal yorgunluğu” nedir bilir,  ne demir ne zaman kızdırılır ne de kızgın demir nasıl soğutulur; hepsinden bihaber.

Kısa sürede kök salmak, dal budak vermek, nam salmak ister. Üremek, çoğalmak ister; kurumları artsın, kuruluşları çoğalsın ister ama tecrübesizdir, yol yordam bilmez. Dosta, düşmana, uçana, kaçana sallar durur. Ne kural tanır ne kaide ne de teamül; yıka yıkıla, kıra döke ilerlemeye çalışır. Cumhur’a, babasının holdinginde çalışanlara kötü davranan zibidi veliaht gibi davranır. Kısacacı çoğalır, güçlenir, büyür ama ola ola sadece bir “Muz Cumhuriyeti” olur.

 Zaman geçer, Cumhuriyet’in “C”si  sökülür tabelaların bağrından. Ama o muzaffer Cumhuriyet, bir ölüp bin dirileceğini daha bebekken kulağına fısıldayanlara olan inancını hiçbir zaman yitirmez; düştüğü yerden doğrulacağına emindir. Bir gece, tabelalardan Cumhuriyet’in “C”sini kanatırcasına söküp atan el  “Kayyum Cumhuriyeti’ni” ilan eder; siz beceremiyorsunuz bırakın biz becerelim diye. Hemen arkasından ardı sıra muştulanan “Khk Cumhuriyet’leri” ilan edilir. Bir zamanlar tabelalara girmekte zorluk çeken Cumhuriyet; yeni alınmış ayakkabının kutusuna sinmiş deri kokusunun yayılma hızında odalara, hanelere girer; şirketlere çöker; belediyelere “alın atınızın severim tımarınızı” edasıyla posta koyar.

Çoğalmak, çoğaltmak Cumhur’unda, Cumhuriyet’inde karakteri olduğundan “Kayyum Cumhuriyeti’de” geleneği devam ettirir. Cumhuriyeti ülkenin her sathına, özelliklede Cumhuriyetin faziletlerinden bihaber hizmet, medeniyet, vatan, millet, devlet düşmanlarının kılcallarına kadar yaymayı mukaddes bir vazife kabul eder. Medeniyet helâdan başlar ya; Kayyum Cumhuriyeti ilk önce helâya el atar. Bakmayın siz medeniyet deyince yüzünü Batı’ya çeviren vatan, millet düşmanlarına, ecdat helâda defi hacet merasimi yaparken, Batılıların pislikleri pencerelerinden akıyordu. Tez zamanda altın varak kaplı defi hacet merkezleri, zırhlı cam kaplı banyolar imar edilir. Hiçbir masraftan kaçılmaz. Devlet hizmeti ibadettir ve abdestsiz ifa edilmez.

Avrupa’ya, Osmanlı şamarı aşk etmek farzdır. Nasıl ki elin gavuru Belçika’nın “be”sini, Nederland’ın (Hollanda) “ne”sini , Lüxemburg’un “lüx”ünü birleştirerek  Benelüx  Ülkelerini ihya etmiş ise ; bizim de “itibardan tasarruf edilmez” şiarı ile inşa ve ihya ettiğimiz medarı iftiharımız olan lüks banyo ve helalardan hareket ile “Banyo-lüx Cumhuriyeti’ni” bir an önce ilan etmemiz kutsal vazife gereğidir.

Vazife bununla bitmez. Medeniyetin faziletlerine sırtını çevirmiş yabanıllar; vatan, millet, devlet düşmanları  “af edersiniz” hınzır gibi çoğalarak medeniyete kastetme cihetine gitmektedirler. Her türlü tedbir, planlama;  kışın yolların kapandığı bu merkezlerde ki tek sosyal faaliyet olan cinsi münasebet sporunun sonuçlarını tesirsiz hale getirmekte başarılı olamamıştır. Medeniyetin ışığı ile nurlanmış vatan millet sevdalılarının tez zamanda çoğalıp, nüfuslarının arttırılması medeniyete kasteden karanlığın durdurulması, izole edilmesi için tek geçer yoldur. Hemen belli merkezlerde hiçbir masraftan kaçınmayarak binlerce liralık “kuvvet macunu” muadili yemekler tertip edilir. Yine aynı maksada binaen yüz binlerce liralık çerez; fındık, fıstık, ceviz yığılıp tüketilir. Siz buna ister “Fındık-Fıstık Cumhuriyeti” ister  “Aganigi Cumhuriyeti’nin” ilanı deyin milli bir seferberlik halidir bu.

Bir kıssa ile bitirelim. Bizim orada, Karadeniz’in en doğusunda aileler dedelerinin yaptıkları işlerle, meslekleri ile ve bir takım özellikleri ile anılır, bilinir. Örneğin büyük büyük dede askerde “topçu” ise  o ailenin sonraki kuşakları isimlerinin önüne “topçu” ibaresi;  “demirci” ise de demirci ibaresi eklenerek bilinir. “Kırık” ailesinin büyüğü Kıruği (Kırık)  Mustafa toprak zeminli evin yanan ocağının hemen yanı başında yatmaktadır. Hastadır, ölmek üzeredir. Artık nefesi hırıltı halinde olup, bilinci de kapalıdır. Köyün hocası Hacı Sabri çağrılır; Hacı Sabri Kur’an okur ve sonrasında ölmekte olan hastaya seslenerek “tövbe, istiğfar” etmesini söyler. Bunun üzerine bilinci kapalı şekilde yatmakta olan Kiruği Mustafa gözlerini açıp, hafifçe doğrularak Hacı Sabri’ye ; ‘tövbe, istiğfarlık olduk mu’ diye küfreder ve orada son nefesini verir.

Askeri ve sivil darbelerle, KHK’lar ile Cumhur’un iradesini yok sayan kayyumlarla darbe üstüne darbe alıp komaya giren Cumhuriyetimiz bir an için son bir gayret ile ölüm döşeğinden kafasını kaldırıp ‘cumhuriyet’inize kayyum’ diye küfreder mi? Ne dersiniz?