Her Sel Sonrası Okunacak Yazı… Kader mi, felaket mi? – Eren Dağıstanlı

0
984

Eren Dağıstanlı

 

24 Ağustos 2015 Hopa selinin üzerinden 1 sene geçmiş, selin getirdiği acılar henüz hafızalarımızdan silinmemişken, 31 Ağustos gecesi başlayan ve 1 Eylül sabah saatlerine kadar devam eden şiddetli yağış bir kez daha Doğu Karadeniz’i özellikle Fındıklı, Arhavi, Hopa ve Borçka’yı teslim aldı.

Birçok köyde heyelanlar ve derelerde taşkınlar olurken; kent merkezlerinde bulunan mahallelerde evleri ve caddeleri su başmış durumda. İnsanlar köylerinde, mahallelerinde yollarını kendileri açmaya çalışıyorlar. Bu çalışmalar sırasında bir amcanın konuşmasına şahit oluyorum. “Eskiden de yağayidi da, Allayise şimdi ne oldi?” diye soruyordu.

Gerçekten şimdi ne olmuştu? Doğu Karadeniz’de yağmurun yağmamasını beklemek, güneşin doğmayacağına inanmak kadar saçma bir durum. Her yağmurdan sonra “yok öyle oldu, yok böyle oldu.” mu diyeceğiz? Sel kader miydi, yoksa felaket mi? Doğa intikam mı alıyordu?

Sırf o amcaya cevap olsun diye değil bu yaşananlara ne sebep oluyor diye aklıma ilk gelenleri toparlamaya çalıştım.

1-İklim Değişikliği
Kapitalizmin dayattığı endüstriyel yatırımlar ve enerji tüketimi faaliyetlerinin sonucu olarak atmosferde miktarı ve yoğunluğu artan sera gazlarının neden olduğu küresel ısınmanın sonucu olan durumun Doğu Karadeniz bölgesine yansıması. Türkiye’de iklim değişikliğinin diğer bölgelerde çölleşme ve kuraklığa, Karadeniz bölgesinde ise yoğun ve sık yağışlara sebep olacağı bilinmektedir. Bu gerçek bilindiği halde devlet bununla alakala önlemler almak yerine iklim değişikliğini hızlandıracak faaliyetlere devam etmekte.

2- Karadeniz Sahil Yolu
Bütün bilimsel ve hukuksal itirazlara rağmen yapımına başlanan, dava kararlarına rağmen devam eden, bitirildikten sonra birçok belediye başkanı ve bakan tarafından “hata” olduğu vurgulanan ucube yapı. Samsun’dan Hopa’ya kadar kara ve denizi birbirinden koparan ve denizi doldurarak yapılan yol insan ve deniz arasında ilişkiyi kesmekle kalmamış, özellikle yoğun yağmur sonrası vadilerden gelen coşkun derelerin önünde bir bariyer görevi görmüştür. Deniz dolgusu olan yol, kent kotundan daha yüksekte bulunduğu için suyun denize ulaşmasını, başka bir deyişle biriken suyun kaçmasını engellemiştir. Özellikle kent merkezlerindeki su baskınları bu sebepten kaynaklandığı söylenebilir.

3- Plansız Yapılaşma / Plansızlık
Hem kent merkezlerinde hem köylerde plansız ve gelişi güzel yapılaşmaya göz yumuldu. Kaygan bir zemine sahip olan coğrafyada köylerdeki eski evlerin yerini, yamaçlara yapılan 3-4 katlı beton evler almış durumda. Kent merkezlerinde ise dere yatakları, imar izini verilerek yapılaşmaya açıldı ve mahalle haline getirildi. Kent merkezlerine en yakında bulunan dağlık araziler ranta açılarak, dağlık alanlara çok katlı siteler konuşlandırıldı.
Bunların yanına alt yapının yetersizliği ve acil durum planının olmaması da eklenebilir. Örneğin Hopa’da yaşanan sel sonrası, şiddetli yağış bilgisi alınınca belediye hoparlörlerinden “halkımızı sele ve heyelana karşı dikkatli olmaya” çağıran anonslar sıkça yapılmaya başlandı. Ancak dikkatten kastın ne olduğuna dair bir bilgi yok. Yağmur sonrası evleri riskli durumda olanların toplanabileceği sığınak ya da güvenli bir alan bulunmamakta.Bu durum bütün sahil şeridi için geçerli.

4- Dere Yataklarına Yapılan Müdahaleler
Özellikle dere taşkınlarını önlemek iddiasıyla yapılan istinat duvarları ve ıslah çalışmaları bu müdahalelerin başında gelmekte. Dereyi her iki yandan hapseden ve dere yatağı boyunca dik bir şekilde yapılan beton duvarlar sayesinde dereyi yavaşlatacak bütün doğal unsurlar ortadan kalkıyor ve derelerin akış hızı iki katına çıkıyor. Dere yatağının kendi doğal şeklinden bağımsız olarak beton duvarlara neredeyse 90 derecelik açılarla viraj verilmesi, yukarıdan hızlı gelen suyun yatağa yayılamadan başka bir alana taşmasına sebep oluyor.
Yine ıslah ve taşkın önleme adında dere yataklarının daraltılması, derelerin kurutulup kurutulan yatakların imara açılması, suyu yavaşlatacak dere içinde bulunan büyük taşların kenara çekilmesi, dere yatağı içerisinden çakıl ve kum çekilmesi gibi faaliyetler felaketi hızlandıran faktörler.

5- Orman Kıyımı
Karadeniz denince ilk akla gelen şey olan çay tarımı aslında bölgenin geleneksel tarım biçimi değil, sonradan gelmiştir. Bölgenin ekonomisine en büyük katkıyı sunduğu söylenen ancak üreticinin emeği sürekli çalınan çay tarımı için başta meyve ağaçları olmak üzere birçok orman telef edilmiştir. Ormanların yerini bilinçsiz ve kontrolsüz şekilde yayılan çay bitkisi almıştır. Çayın yeşil değil de başka bir renk olduğunu düşündüğümüzde yapılan talanın büyüklüğünü görebiliriz.
Çay bitkisi özelliği gereği bir ağaç gibi toprağı tutacak yapıda olmadığı ve çay bahçelerine ulaşım için gelişi güzel yollar açıldığı için köylerde heyelan oluşan alanları genellikle çay tarlaları oluşturmaktadır.

6 – Taş Ocakları ve Yol Çalışmaları
Taş ocakları ve yol çalışmaları için patlatılan dinamitlerden ötürü yeraltı sularının yön değiştirmesi ve doğal yapının bozulması heyelan ve kayma riskini arttırmakta.
HES, baraj, maden vb projelerine yapılan ulaşım yolları için kesilen ağaçlar, patlatılan dinamitler ve yeşil yol olarak bilinen yaylaları birbirine bağlayacak olan yol çalışması bölgenin ekolojik yapısını tamamen tehdit etmekte.

7 – HES’ler ve Barajlar
Doğu Karadeniz’de yapımına başlandığından beri türlü tartışmalara konu olan HES’lerin derelerin doğal akışını değiştirdiği ve ekolojik bir yıkıma sebep olduğu artık tartışmasız bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

HES’lerin yapımı sırasında dereler adeta şantiye haline getirilmekte ve deredeki canlı yaşamı tümüyle yok edilmektedir. Dereye bilinçsizce “ben yaptım oldu” kafasıyla yapılan her müdahale felakete davetiye çıkarmaktadır.

Genelde dereye verdiği zararıyla bilinen HES’lerin enerji dağıtımı için dikilecek iletim hatlarının geçişi için binlerce ağaç kesilmekte ve bu durum da heyelanlara zemin hazırlamaktadır.

Artvin örneğinde olduğu gibi coşkun nehirleri göl haline getiren baraj projeleri iklimi gözümüzün önünde değiştirmeye devam ediyor. Eskiden yer yer akdeniz ikliminin yaşandığı Çoruh havzasının barajlar yüzünden ne hale geldiğini bölge halkı yaşayarak görüyor. Bir zamanlar serinlemek için gidilen yerlerde şu anda nemden durulmuyor.

Bir diğer durumda yoğun yağış dönemlerinde barajlara daha fazla su yığıldığından, baraj gövdesine aşırı yüklenme oluşması. Baraj kapaklarının o açılması mevcut nehrin debisini bir anda yükselmesine bu da felakete sebep olmakta. Borçka’da yaşanan sel sonrası Muratlı Barajı’nın hasar gördüğünün gelen bilgiler arasında olması bu duruma somut bir örnek olarak verilebilir.

8 – Doğa İntikam Almaz
Şimdi yine şöyle şeyler paylaşılacak. “Doğa intikam aldı.” Doğa intikam almaz kardeşim. Doğa insan mı? Doğanın kin duygusu mu var? Doğanın kişisel hırsları, iğrenç iktidar ilişkileri, şahsi menfaatleri mi var da intikam alsın?

Hiç doğaya suçu atmaya gerek yok. Ne yaptıysak kendimize yaptık. Bizzat yapmadıysak yapılmasına seyirci kaldık. Doğayı bu hale gelmesine sebep olanlar her kimse, onlardan hesap sormamak da suçtur. İşi sadece Akp’ye yıkmak da işin kolaycılığına kaçmaktır. Evet, doğrudur bu dönemde doğa talan projeleri iktidarın varlık sebebi halini almıştır. Bugün de kamuoyunda adı sürekli değiştirilen ve son olarak 80.Madde olarak kabul edilen doğaya darbe yasası bu yüzden, iktidarın ekonomik olarak devamını sağlarken doğayı tamamen yok etmek için çıkarılmaktadır.

Fakat bunun hesabı çıkarılacaksa bütün yönetenler belki bir gün “doğa anayasası” önünde doğaya işledikleri suçlardan dolayı hesap vermelidirler.
Son söz Kazım abiden gelsin. Bu kadar yazılanı aslında Kazım abi seneler önce bir söyleşisinde şöyle toparlamıştı:

“”Siz kimsiniz ya, binlerce yılda oluşan bir şeyi siz hangi kafayla, hangi vicdanla tutup da yok edebiliyorsunuz?
Heyelanlar oluyor, bu kader mi sanki? Depremler oluyor kader mi? Başka yerde aynı şiddette deprem oluyor iki kişi bayılıyor da Türkiye’de yirmi bin kişi ölüyor kader mi bu? Değil..
İnsanın geleceğiyle oynuyorsunuz. Sizin kısa vadede kazanacağınız birkaç milyon doların karşılığı milyonlarca insanın geleceği ve bütün dünyanın ortak mirası olan oradaki doğa, oradaki deniz, oradaki Fırtına deresi, oradaki Artvin’in dereleri. Bütün bunlara karşı çıkmak için ne filozof olmak lazım ne sanatçı. Hiçbir şey olmaya gerek yok. Sadece gören bir çift göze sahip olmak… Korkmamak lazım.”