Hopa: Nasıl başlamalı? | Cemil Aksu

0
825

Cemil Aksu

Yerel seçimler, 18 yıllık AKP iktidarından kurtuluş umutlarını yükseltti. Yenilenen İstanbul seçimlerinin “her şey güzel olacak” sloganı bunun en net ifadesi. 1 Kasım’dan sonra “AKP karşıtlığı” siyasetinin liderliğini CHP, yerel seçimlerde HDP başta olmak üzere, çoğu sol-sosyalist partiyi de yedekleyerek büyük bir başarı elde etti.

CHP’nin başarı elde ettiği yerlerden biri de Hopa. 2009’da ÖDP’den aldığı başkanlığı 2014’te AKP’ye kaptıran CHP, bu seçimde sadece AKP-MHP’ye karşı değil, kendi belediye eski başkanı ve eski ilçe başkanına karşı da mücadele ederek başarıyı elde etti. Bu başarıyı elde etmesinde, açık ki sol- sosyalistlerle yapılan ittifakın payı var. Ülke genelindeki durumdan farklı olarak “CHP-Sol İttifak”ın gerçekleştiği tek yer oldu, Hopa.

Hopa, 22 yıllık AKP (hatta daha genel olarak “milli görüş” hareketinin) belediyecilik pratiğinin temel argümanı olan “hizmet belediyeciliği”nin neredeyse tek örnek model kabul edildiği ülkemizde, Karadeniz’in en kuzey ucunda, kendi yağında kavrularak, sinerjisi tüm memleketi etkileyen politik deneyim sahibi olmuş bir kent. Öncesi bir tarafa, olumlu ve olumsuz yönleriyle, 2000 sonrasında, 2004-2009 ÖDP belediyesi, 2009-2014 CHP belediyesi dönemleri ve ayrıca esas olarak 90’lardan beri kesintisiz süregelen sosyalist hareketlerin sokak ve alan çalışmaları (özel bir an ve zirve olarak, RTE’nin karizmasının tuzla buz olduğu Hopa direnişini ve sevgili Metin hocamızı bir kez daha yad edelim) “yerelde nasıl iktidar olunur” sorusuna cevap üretecek muazzam bir birikim yaratmıştır. Bu birikim, bütün bu süreci yaşayan, yapan, değiştiren-değişen, bozan-bozulan, kıran-kırılan, yeniden başlayan her bir Hopalının dimağında saklıdır. Değerli bir avantaj olarak hepsi de sürecin içindedir, bugünde öznelliklerini devam ettiriyorlar.

Yerelde iktidar olmak yenilenen İstanbul seçimleriyle içinden geçmekte olduğumuz uzun karanlık AKP döneminin son evresine girdiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. “Her şey güzel olacak” diyemeyiz, çünkü aydınlığın en yakın olduğu an karanlığın en koyu olduğu andır. Ekonomik kriz, ABD-Rusya arasında pinpon topu gibi gidip gelen “beynamaz” dış politika konuları, Cumhuriyet’in kadim sorunsalı Kürt sorunu, Alevilerin sorunları vb. Güncel ve tarihsel, yerli ve beynelminel fay hatlarının spesifik olarak kesiştiği bir kriz, yaşadığımız dönem. Henüz bu sorunların nasıl çözüleceğine dair bir çözüm programı oluşturulmuş değildir.

 Açık siyasal faaliyet yürüten hiçbir parti ve liderin böyle bir programı yoktur. Bu derin kriz, merkezi güçlerin yerel üzerinde normalinden daha ağır bir mütehakkimiyet yaratıyor. Yasal, siyasal, psikolojik vb. her yönüyle böyle. Somut olarak AKP’den devranılan belediyelerin mali tabloları, kayırmacılık ve yolsuzluk ile kuralsızlık kuralı ile işlerin, ilişkilerin karmakarışık hale getirilmiş olması, kent rantının paylaşımı doğrultusunda yapılan imar uygulamaları ile yaratılan ucube yapılaşma, hepsinden önemlisi bütün bu yasal-yasaldışı ilişkilerin yarattığı insan psikolojisi (iş bitirici, her şeyi paraya çevirmeye konsantre insan tipi bu dönemin temel bazı yönleri sadece).

Dolayısıyla ister yerelde ister merkezi düzeyde AKP’nin yerini almak, yani iktidar olmak, belli ilkelere göre yapılan programları iş başına gelir gelmez hayata geçirmek pek mümkün olmayabilir. Burjuva toplumda, silaha sahip olanlar (askeri ve sivil bürokrasi), paraya sahip olanlar ve halk desteğine sahip olanlar iktidar gücünü paylaşırlar. Halk desteği bütün diğerlerinden daha güçlüdür. Çünkü diğerleri ancak halkın üzerinde yükselir. Boşuna söylenmiş söz değildir, süngü ile iktidar olabilirsin ama süngünün üzerine oturulmaz diye.

 Genellikle ters yüz olmuş şekilde görünse de iktidar olmak halkın desteğine sahip olmaktır.Elbette iktidar olmanın da değişik biçimleri var. Hitler’den RTE’ye kadar “tek adam” liderliğinde kristalize olan iktidar biçimlerinden “söz-yetki-karar” süreçlerinde halkın en geniş şekilde katılımını esas alan demokrasi modellerine kadar… Ama biçimi ne olursa olsun, hepsi halkın rızasına dayanır. İktidar pratiği ölçek ile ilgili bir sorun değildir, bir düşünce ve eyleme biçimidir. Dolayısıyla küçük bir taşra beldesinde de İstanbul gibi dev bir metropolde de aynı biçimde zuhur eder. Sol-sosyalist hareketin, gerek uluslararası deneyimleri (Paris Komünü, Sovyetler, İşçi Konseyleri, Topraksızlar Hareketi) gerekse de “bir mısra boyu macerası”nda biriktirdiği Fasta, Amed, Kobani gibi deneyimleri “söz-yetki-karar” süreçlerinin halkla beraber yürütüldüğü bir iktidar anlayışının geliştirilmesi açısından zengin bir bilgi hazinesi sunmaktadır.

Bugün iktidar olma hedefiyle yola çıkanların bu bilgi hazinesinin tedrisatından geçmeden muzaffer olması mümkün değildir. Başka türlü bir hayat/dünya tahayyülü olan solun, bugün karşı karşıya olduğu sorunlara geçici, popülist çareler üretmesi günü kurtarır ama geleceği kaybettirir. Güzel bir gelecek yaratma inancı ve iradesi ile bugünün sorunları doğanın ve toplumun ihtiyaçları doğrultusunda bilimsel, etik ve ekolojik bilgi temelinde her anında halkın katılımını örgütleyerek çözümler üretmek sol siyasetin abc’si, olmalıdır.

Sorunları nasıl aşacağız?

Bugün Hopa’nın birçok sorunu olduğunu herkes dile getiriyor. Defalarca rant amaçlı tadilata sokulan imar planının sorunları, yeşil alan ve mahallelerde park sorunu, şehiriçi ulaşım ile transit yol karmaşası, kıyı bandındaki yapılaşma, kamusal alanların ve kamu kaynaklarının kira ve devir yoluyla birkaç kişi için ranta çevrilmiş olması, kültürel ve sanatsal kurum ve mekanların olmaması, Kopmuş halk plajının bir kişiye peşkeş çekilmiş olması, gıda halinin ve pazar yerinin olmaması, altyapının hala yeterli olmaması, su havzalarının korunmasının sağlanmaması, ayrıca su arıtma projesinin gereğinden fazla maliyetli olduğuna dair iddialar, geçmiş dönemlerde yapılan yanlış yapılaşmaların yarattığı keşmekeş, sokak hayvanlarının bakımı, artık iyice kanıksandığı için “sorun” bile görülmeyen çöp sorunu, yıkılan eski lisenin yerinin park haline getirilmesine karşı çıkılması… Daha birçok sorun sayılabilir.

Mevcut durumda, herkesin belediyeden, belediye başkanı ve encümen üyelerinden bitmez tükenmez talepleri var. Hepsinin de ivedilikle ele alınması gerektiği de açık. Fakat hepsini birden bir çırpıda halletmek de mümkün değildir. Elimizde ne süngü ne de sihirli değnek var.

O zaman nereden ve nasıl başlayacağız?

Ne yapmamız gerekir? Ne yapmamız isteniyor? Ne yapılabiliriz? Bu üç sorunun kaynağı, hedefi farklıdır. Bu soruları bireysel olarak da kurumsal ve tüzel kişilik olarak da sorup cevaplar geliştirmek zorundayız. Fakat bu cevaplar masa başında kara kara düşünerek bulunamaz. Siyaset, elbette sol siyaset, soru sormak ve cevapların ortaya çıkmasını sağlayacak sistemler geliştirmektir. Eğer oturduğunuz koltuk, duvara astığınız diploma, yaş ya da mevkinize güvenerek “ben bilirim” gafletine düşmezseniz, bilginin ancak herkeste saklı olduğunu kabul ederseniz ve herkesle birlikte eşit,  demokratik bir zeminde konuşma, tartışma imkanı yaratırsanız siyaset yapıyorsunuz olur. Bu nedenle en önemli ilke açıklık, aleniyettir. Belediyedeki her türlü sorun hakkında halkın bilgilendirilmesi sağlanmalı, kent sorunları hakkında her bir yurttaş en az belediye başkanı kadar bilgi sahibi olmalıdır.

Hakkında hiç bilgiye sahip olmadığınız bir kent hakkında söz-yetki-karar denklemini hayata geçiremeyiz. Demokrasinin başlangıç noktası toplum hayatına dair görüşlerin, yasaların yazılı hale getirilerek herkesin aynı şekilde bilgilenmesini sağlamaktır. Bilginin paylaşılması, yayılması ve sonrasında da üzerinde açık aleni tartışmaların örgütlenmesi demokratik yerel iktidarın en temel ilkesidir. Dolayısıyla yapılacak ilk iş bilgi paylaşımının sağlanmasıdır. Halk kulaktan kulağa yayılan dedikodu mekanizmasıyla değil, direk bilgiye erişmeli, tartışmalı ve kararlaşmalıdır.

Paraya sahip olanlar, silaha sahip olanlar şunu çok iyi bilir ki, onların gece sıcak yataklarında mışıl mışıl uyumalarını sağlayan, sabah sofralarına sıcak çayı/çorbayı koyan, çocuklarının güvenli bir şekilde sokağa çıkıp oynamasını, okula gitmesini sağlayan halktır. Halk, seçimle bir partiye, bir lidere ya da bir gruba yönetme yetkisi verir. Bu yönetme yetkisi tek tek her konuda verilmiş bir yetki değildir. O nedenle tek tek her konuda halkın bilgilendirilerek yetkinin yeniden alınması gerekir. Genel yetkinin yanında tek tek her konuda da yetkinin/iradenin oluşması sayesinde “halkın gücü” yenilmez olur. Kentsel ve ekolojik ortak varlıklarımızın rantını yiyenlere, bu rantçılara kol-kanat geren idarecilere karşı biz kaba güç gösterisinde bulunarak iktidar olamayız. Biz, halkın çıkarlarını halkın bizzat kendisinin sahip çıkmasını sağlamalıyız.

Bunu sağlamak görevi elbette öncelikle belediye meclisinde bulunan ve sosyalistleri temsil iddiasına sahip meclis üyelerindedir. Sosyalistleri temsil eden bu üyeler de öncelikle tek tek kendilerinin değil bütün sosyalistlerin temsilcisi olduklarını bir an bile akıllarından çıkarmamalıdır. Görüş ayrılıkları, farklı bakış açıları olabilir. Bunlar sorun değildir. Sorun, kapalı kapılar arkasında görüşmelerle, sorunlarla ilgili çok taraflı katılımın örgütlenmesi yerine sadece imza yetkisine dayanarak iş bitirmeye çalışmaktır. Bu tarz siyaset başkalarının olabilir ama sosyalistlerin siyaset tarzı olmadığı kesin. Seçim süreci başlarken CHP ve belediye başkanı tarafından deklare edilen ve sol-sosyalist partilerin de temel aldığı deklerasyonun ruhuna sadık kalmak da ancak böyle olabilir.