Karadeniz sahil yolu: Soğukkanlı bir katliamın soğukkanlı seyircileri… – Mustafa Alp Dağıstanlı

0
2070

Mustafa Alp Dağıstanlı

Bu yazı 10 Ağustos 1999’da yazılmıştı. Çevre gibi konularda “duyarlı” olduğu kabul edilen Radikal gazetesinin Pazar ilavesine önerilmişti. Ama uzun bulunduğu için basılmamıştı. “Kısalt” denmişti. Alt tarafı bir gazete sayfasını dolduracak uzunlukta bir yazı, devlet-millet el ele katledilen Karadeniz’in bin kilometrelik sahili yanında ne kadar uzun olabilirdi ki? Tabii ki, bu yazı yayınlansaydı Karadeniz’i kurtarmayı başaracak değildi. Ama bu yazının yayınlanmaması, bu katliama ve bunun gibi öbür katliamlara da medyanın nasıl arkasını döndüğünü göstermesi bakımından önemli. Karadeniz’de bazı bölümleri bugün bitmiş olan ve bazı bölümleri de yapılmakta olan sahil yoluyla ilgili, bu aleni katliamla ilgili çok az şey yaptı medya; hiçbir şey yapmadı denebilecek kadar az şey. Medya işini yapsaydı, Karadeniz belki kurtulurdu. Bu yazının yayınlanmamış olması, medyanın işini yapmadığının sayısız kanıtından biri sadece. 

Her yıl olduğu gibi bu yıl da Karadeniz’i seller götürdü, sık sık olduğu gibi sahil yolu çöktü. Büyük hatanın sonuçları bunlar ve arkası gelecek. Bu hatada Karadenizlilerin de büyük payı var, dolayısıyla sonuçlarından da paylarını alacaklar. Yazı bu hatayı anlatıyordu.

Dünyanın hiçbir yerinde olmayacak şey yapılmış ve Sinop’tan Sarp’a kadarki sahil şeridi asfalt yolla kapatılmıştı yıllar önce. Bazı yerlerde denize girmeye imkân verecek dar bölümler kalmıştı. Neredeyse yol kenarından girilebiliyordu denize. Topoğrafyanın kolay izin vermediği birkaç küçük sahil parçası trafiğin nezaretinden kurtulabilmişti sadece. Müthiş bir katliam.

Çocukluğunu 1960’larda Hopa cennetinde geçiren biri olarak ben bunun bir katliam olduğunu adım gibi biliyorum ve akıl sağlığını, dimağını, ruhunu bir nebze olsun korumayı başarmış kimse varsa eğer bana inanmasını ümit ediyorum.

Devlet bu katliamı yaptı, ama en büyük suç ortağı da Karadenizliler oldu. Kolay ulaşım ve kolay para istiyorlardı. Kolay olan hiçbir şeyin makbul olmadığı şu dünyada… Kolay ulaşım trafik kazalarına kurban giden binlerce insana mal oldu, Karadeniz sahilini bitirdi, yaylalarına da dadandı ve Karadenizli neslini yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı. Kolay para (çok fazla olması gerekmiyor) kültürsüzlüğe, kendinden geçmeye, köksüzleşmeye hız verdi. (Sınır açılınca, Batum’u, Soçi’yi görünce denizi katletmeden de yol yapılabileceğini, tarihin, tabiatın, kültürün korunabileceğini imrenerek gördü bazıları.)

Özellikle 1980’lerin başlarında İran’a nakliye bir çığ gibi başlayınca kuvvetli bir yol lobisi de oluşmuş oldu. Elindekini eteğindekini satanlar da dahil herkes kamyon, tır aldı. Denizlerini kullanmayan, demiryollarını geliştirmeyi “komünizm rezaleti, ilkelliği” gibi bahanelerle aşağılayan sakat, tehlikeli ve zehirli zihniyetin, kültürsüzlüğün, ufuksuzluğun yol açtığı sonuç budur. Türkiye’deki kamyon-tır sayısı Avrupa ülkelerindekinin toplamından fazladır. (Turgut Özal’ı hatırlıyorum da… !!!???)

Buraya kadar sözü edilen katliam son bir yıldır yürütülen faaliyetin yanında solda sıfır kalır. Bir Karadenizli olan (50 yıllık hayatında 30 gün kaldı mı acaba memleketi Çayeli’nde) Mesut Yılmaz’ın elebaşlığıyla başlayan ve yürütülen yeni yol çalışması, bu coğrafyayı biraz seven herkesi ağlatacak, birazdan fazla sevenleri de isyana sevk edecek bir ihanet. Evet, ihanet.

Koyları, ormanları, balıkçı barınaklarını, insanların denize kavuşabileceği bütün sahil kırıntılarını doldurarak yol yapıyorlar. Kimliklerini, benliklerini denizle oluşturan, denizle ilişkileri üzerinden tanımlanan insanların denizle ilişkileri bundan böyle sadece seyir düzeyinde kalacak. Bazı bölümlerde, İstanbul Mecidiyeköy’deki gibi çift katlı yollar yapılmakta olduğu için seyir imkânı bile kısıtlanacak. (Soğukkanlı ve adab-ı muaşeret sınırları içinde kalarak bu yazıyı bitirmek, hamsinin kavağa çıkmasından bile zor.)

Yani, denizle ilişkisi dolayısıyla varolan Karadenizli, kelimenin gerçek anlamıyla neslinin tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya. Yani, “oğlum bana benzemeyecek, hatta beni tanımayacak…” Tek tehlike bu da değil. Karadeniz’deki sahil yolunda, özellikle Doğu Karadeniz’de heyelanın önü alınamayan yerler var. Daha vahimi, son 15-20 yılda Doğu Karadeniz’de büyük felaketlerle sonuçlanan seller ve heyelanlar oldu. İnsanlar ağıt yakar, yetkililer “devlet yaraları sarar” edebiyatı yaparken Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin bir araştırması yayınlanmıştı Cumhuriyet gazetesinde 10 yıl kadar önce. Araştırmanın göze soktuğu gerçek şuydu: Plansız, hesapsız, bilinçsiz ve sorumsuz yol yapma faaliyeti bölgenin topoğrafyasını ve son derece fazla yağış alan bu bölgede toprağı tutan bitki örtüsünü öylesine tahrip etti ve bozdu ki, heyelanlar ve seller normal hale geldi. Toprak kendini ve suyu tutamıyor. Şaka maka değil, adamlar kayalarla denizi dolduruyor ve kışın hırçın Karadeniz’in bu dolguları boşaltmasının önüne geçmek için denize doğru kayalardan T’ler yapıyorlar. Bu kayalar da yine o bölgeden, biraz iç kısımlardan, dinamitlenerek çıkarılıyor tabii. Bu da hatırı sayılır bir başka tahribata yol açıyor. Çünkü, yolu olan neredeyse bütün vadiler taş ocağı haline gelmiş durumda. Dağları yıkıp kayaları denize götürüyorlar. Bir de tabii çalma çırpma, pireyi deve gösterme, aynı yükü birden fazla kere kantara çıkarma hikâyeleri var. Hafriyat çalışmalarının müteahhitler için ne kadar bereketli olduğunu yakından ve çok eskiden beri bilen bölge halkı için bunlar vaka-i adiye. Zaten müfettişler için de öyle. Ha?

Katliam batıda da aynı yoğunlukta. Biraz sapa kaldığı için nispeten daha temiz kalmış orta Karadeniz de tehlikede. Hemen kıyısından yol geçmesine rağmen Karadeniz’in en güzel koylarından biri olan Gerze’yi mahvedecekler mesela. Üstelik, belediye başkanları ve Bayındırlık Bakanlığı el ele vererek (bu normal) ve üstelik mafya yöntemleriyle (bu da normal).

Hürriyet gazetesinde 1 Eylül 1998’de hha imzalı yayınlanan habere göre, Gerze Belediye Başkanı, “Tarihî evler yüzünden yolları genişletemiyorum, evleri de tarihî olduğu için yıkamıyorum” diye yakınıyor. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı müsteşar yardımcısı da “Yıkamıyorsan o zaman yakarsın” diyerek cevaplıyor, yol gösteriyor. Tabii, bu rezaleti cevaplayacak bir savcı, bir yetkili, vs çıkmamıştır. Çünkü, Karadeniz katliamının elebaşlarından bir diğeri de Sinopludur: Dönemin Ulaştırma Bakanı Yaşar Topçu.

“Peki, ne olsaydı? Ulaşım önemli bir sorun Karadeniz için…” denebilir. Yaratıcılığımıza başvurma gereği duymadan bile söylenebilecek en azından bir şey var: Murat Karayalçın’ın Başbakan yardımcılığı döneminde Karayolları’nın hazırladığı bir Karadeniz Otoyolu projesi vardı. Bu otoyol sahilden değil, yukarıdan geçiyordu. Tabii, dağ başındaki yolu kim görecek de oy verecek. (Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları, sahil yolu inşaatının onaylı projesinin bile olmadığını söylüyor. Yangına benzin dökme iştahıyla sarıldıkları faaliyetle seçimlerde patlama yapacaklarını ümit ediyorlardı zavallılar. Sahi, Mesut Yılmaz ne kadar oy almıştı?

Şimdi iki projeye ana hatlarıyla mukayeseli olarak bir göz atalım: -Karadeniz ile dağlık iç bölgelerin irtibatı yok gibidir. Karayolları’nın projesi bu irtibatı kuracak, bununla kalmayıp Anadolu’daki mevcut veya gelecekteki otoyollara bağlanarak iktisadi ve sosyal entegrasyonu sağlayacaktı. Bu entegrasyon bütün ulaşım sahile bindirilerek nasıl temin edilecek?

– Sahil yolu, bütün arazi rantının ve yolun getirdiği ticarî canlılığın sahilde temerküz etmesine yol açıyor. Bu durum, ayrıca, ek bir çevre tahribatına ve çirkinliğine de sebep oluyor. Karayolları’nın projesi bu durumu da dengeleyebilirdi.

– Karayolları’nın projesindeki güzergâhtan memleketin ulaşım sorununa ilaç olabilecek demiryolu da geçebilirdi ve bu aynı anda inşa edilebilirdi. Sahilde bunu yapmak imkânsızdır ve saçmalıktır.

– Sahil yolu yüzünden Karadenizli denize girmek için Antalya’ya mı! gidecek? Eskiden her yerinden denize girilebilen sahil kasabalarının sadece çok şanslı birkaçında 10-15 km yol kat ederek bütün özelliği bozulmuş yerlerde denize girilebilecek.

– Memleketin en önemli döviz kaynaklarından biri turizm. Bu sene turist az diye millî matem ilan edildi. Koskoca Karadeniz’de deniz turizmini öldüren bu zihniyetle mi gelişecek turizm? Pöh! Ayrıca, denizi doldurup yer kazanmayı kazanç zanneden bu sakat zihniyet dağ-yayla turizminin de hakkından gelir; gelmektedir zaten: Ayder’e bakın mesela, Fırtına Vadisi’ne bakın. Katiller!

– Karayolları’nın projesi bir dizi viyadük ve tünel gerektiriyordu, bundan dolayı daha pahalı olduğu söylenip karşı çıkılıyordu. (Hesapları incelemedim, bir şey söyleyemem.) Öyle olsa bile söylenecek ilk şey şu: her şeyi para ölçüsüne vuramazsınız, anladınız mı! Telafisi imkânsız bir tahribat yapmaktasınız. İkincisi: Karadeniz’in hırçın dalgaları maliyeti arttırır. Mühendis Odaları’nın tecrübesi ve hesapları da mevcut yol yapımının çok pahalıya çıkacağını söylüyor.

Bu proje veya daha gelişkin ve işlevsel bir başkası olabilir, ama şu sıralar üzerinde durulan şey olmaz: Karadeniz’i duman eden mevcut sahil yolu projesinin tadil edilip sürdürülmesi. Cinayet cinayettir, ister işkenceyle öldürün ister bir kurşunla. Bu proje derhal durdurulmalı, yapılanların bozulması için para harcanmak istemiyorsa Karadeniz’in mucizeler yaratabilen dalgalarına bel bağlanmalıdır. Bu projeden kesin olarak ve tamamen vazgeçilmelidir.

Bir çift lafım ve bir taşım daha var. İlki çevre örgütlerine. Evet, toprak kayboluyor, Gökova kül yutuyor, İstanbul betonlaşıyor. Ya Karadeniz? Koskoca ve güzelim Karadeniz’le ilgili neden gıkınız çıkmadı, çıkmıyor? Ben de sizi hiç tanimayirum.

Çift lafın öbür teki de CHP’ye. Siyaseti “kim daha Atatürkçü yarışı” sanan bu bitik parti, kendi projesi bile sayılabilecek Karayolları’nın projesi için bastırmadı yeterince. Denizdeki balıktan mezar taşlarındaki sümüklüböceklere kadar herkesin dilinde olan sahil yolu ihalesi ve yürütmesiyle ilgili rüşvet, sahtekârlık iddialarının üzerine yeterince gitmedi.

Taş da Karadenizliler’e: Burnuna laf edildi diye olay çıkaran bu insanlar neden o burnu yaratan tabiatın ve denizin katledilmesine seyirci kalıyor; akbabalar gibi, bu durumdan “bizim cebimize ne girer” hesabından başka bir şey düşünmüyor. Bu, suç ortaklığıdır. Ama zaten bu milleti millet yapan vasıf büyük bir suç ortaklığından başka bir şey değil; din, dil, toprak, kültür, tarih, ülkü birliği filan hikâye. Velhasıl, belki herkes hak ettiğini buluyor da, Karadeniz bunu hiç hak etmedi.

Kaynak