Kürt sorunu Filistinleşmeye doğru

0
538

Bu yazı 23.3.2018’de Türk Silahlı Kuvvetleri Afrin’e girdiğinde yazılmıştı. O zaman Sansürsüz Türkiye’ye yazıyordum. Sansürsüz Türkiye bu yazıyı sansürlemiş, koyduktan bir gün sonra yayından kaldırmıştı. Türkiye şimdi de Fırat’ın doğusundan Suriye’ye girdi, yazı da yeniden tedavüle girebilir, diye düşündüm.

Mustafa Alp Dağıstanlı

Türkiye, hem Suriye’de hem içeride sürdürdüğü politikayla Kürt sorununu Filistinleştirecek. Başka şansı yok, çünkü kendisi İsrailleşti.

Yerli yabancı gözlemciler, jeopolitik oyunlarda Kürtlerin harcanabilir olduğunun Afrin’de bir kez daha kanıtlandığını söylüyor. İtiraz edecek halim yok. Ama bu saptama, bir bakıma, tarihin tekerrür ettiğini, tarihsellikten sıyırılmış bir çakılı durumu, karakteri vazediyor.

Kürt meselesi her zaman uluslararası bir konuydu; en azından dört ülkeye yayıldığı için ve büyük güçlerle bölge devletleri işin içinde olduğu için. Ama Suriye’deki gelişmelerle ve Türkiye’deki gelişememelerle Kürt meselesi, bana kalırsa, Filistinleşebilir. Bunu Türkiye sağladı, sağlayacak. “Filistinleşmek”, sorunu başka bir uluslararası boyuta taşımak demek.

Filistinleşmek, otomatik bir kurtuluş değil şüphesiz; Filistin’den biliyoruz. Ama sorunun inkar edilemez biçimde meşruiyet kazanması, bölge ve dünya için bir siyasi, ahlaki, vicdani dava haline gelmesidir. Türkiye’nin yöneticilerinin ağızlarından düşürmedikleri gibi, Birleşmiş Milletler’in acizliğinin, uluslararası hukukun hiçe sayılmasının, jeopolitik hesapların iğrençliğinin, bir halkın toplama kampı uygulamalarına mahkum edilişinin, süresiz işgalin, gaddarlığın timsalidir Filistin sorunu.

Ama bir sorunun Filistinleşmesi, aynı zamanda, bir devletin İsrailleşmesi demektir. O da Türkiye’den başkası değil. (Bunu başka bir bağlamda üç yıl önce yazmıştım: “Ortadoğu’nun yeni İsrail’i: Asıl hendek Türkiye”

İsrail’i eleştirmekten geri durmayan AKP caydırıcılık gösterileri, küstahlık, gaddarlık, çözümsüzlüğü çözüm belleme bakımından İsrail’in izinde. Türkiye şimdi Suriye’de ve hatta Irak’ta sınır boyundaki Kürt varlığını sürmek istiyor. Erdoğan, Afrin’in düşüşünden sonra gemi azıya alıp Münbiç, Kobani, Sincar … diye liste yapmaya soyundu. Buralara Özgür Suriye Ordusu denen selefi gruplarla girdi ve onların iş üstünde olacağı bir “düzen” kurmayı hedefliyor. Bu, vekil marifetiyle de olsa, uzun süreli işgal demek.

İsrail de 1978’de ve asıl 18 yıl sürecek 1982’de güney Lübnan’ı Filistinlileri sürmek için işgal ettiğinde Falanjistleri ve Özgür Lübnan Ordusu’nu kullanmıştı. Maşa bulmak kolay.

Türkiye, Afrin’in ve tüm Rojava’nın “asıl sahiplerine geri verileceğini” söylüyor. Bu sınırın Türkiye tarafında da Kürt şehirleri, köyleri var ki, sadece bu durum bile karşı tarafta en azından bazı yerlerin asıl sahiplerinin zaten Kürtler olduğunu, kimi yerlerin de karışık nüfus barındırdığının kanıtı.

Hükümet, Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin bir kısmının işgal ettiği bölgelere yerleştirileceğini söylüyor. Yerlerinden edilmiş insanları yerleştirmek için başka insanları yerlerinden sürmek gibi bir saçmalıkla karşı karşıyayız. Şu anda en az 100 bin Afrinli sersefil yollara düşmüş durumda.

Ama mesele Türkiye’nin sadece Suriye’de, Irak’ta yaptıklarıyla ve yapmayı arzuladıklarıyla sınırlı değil. İçeride olanlar da, şu andaki suskunluğa rağmen, Kürt sorununu Filistinleştirme potansiyeli taşıyor. Kürtlerin hareket tarzı belirleyici olacak. Türkiye şu anda buhar çıkışı iptal edilmiş bir düdüklü tencereyi andırıyor.

HDP sözcüsü Ayhan Bilgen’in şu iki cümlesi bile manzaranın ne hal aldığını gösteriyor:

“Partimize dönük çok sayıda baskı, ambargo, boykot uygulamasına maruz kaldık. Yirmi beş milletvekilimiz gözaltına alındı. Dokuz milletvekilimizin de vekilliği düşürüldü.”

İsrailleşmenin başka bir boyutu daha var: toplumun İsrailleşmesi. İsrailli şahane gazeteci Gideon Levy şöyle tasvir etmişti İsrail toplumunu:

“İsrail’de, çocukluğumuzdan itibaren her birimize eşlik eden bütünlüklü bir beyin yıkama makinesi var, ve başkaları kadar ben de bu makinenin bir ürünüyüm. Bertaraf etmenin çok zor olduğu birkaç anlatı öğretilir bize. Biz İsrailliler en büyük ve tek kurbanlarızdır. Filistinliler öldürmek için yaratılmıştır ve nefretleri akıldışıdır. Filistinliler bizim gibi insan türünden değildir… Böylece herhangi bir ahlaki şüphe, herhangi bir soru işareti taşımayan, kamusal tartışma barındırması zor bir toplum elde edersiniz. Bütün bunlara karşı sesinizi yükseltmek çok zordur.”

Türkiye’de de muazzam bir beyin yıkama makinesi işliyor. Bu makine, şüphesiz, AKP’yle kurulmadı, ama AKP bunu iyice çirkefleştirerek kullandı, kullanıyor. Yaygın Kürt karşıtlığı, Kürtlerin hak talep etme hakkını tanımama, halkın yüzde 80’inden fazlasının Afrin savaşına destek vermesi düşünlürse Türkiye toplumu da bir bakıma İsrail toplumunu andırıyor. (İsrail’le Türkiye’nin kuruluş/yapı benzerliklerine dikkat çeken ilgi çekici bir yazı için)

Kürtlerle ilgili önyargının gayet veciz bir ifadeseni bir tanıdığımdan duymuştum. Şöyle: “Benim okuma yazma bilmeyen cahil annem bile Kürtlere güven olmaz derdi!”

Neresini düzeltelim? “Bile” dediğine göre, cahil olmayanlar için Kürtlere güvenmemek mutlak bir doğru, hatta zorunluluk. “Yahu, cahil anneni neden referans alalım, cahil işte?” sorusu bu durumda geçerliğini yitiriyor. Ne hoş.