Laz Edebiyatı – Mç’araloba – 1 – Kamil Aksoylu

0
703

Kâmil Aksoylu

 

İki bölüm halinde yayınlanmasını planladığım bu yazı dizisinde edebiyat gibi pek ilgimizi çekmeyen bir alanda üstelik Laz Edebiyatı gibi absürt bir konu üzerine yazmayı ne alaka diye gereksiz görenler olabilir. Ancak Türk Edebiyatı üzerine yazmak ustalara karşı biraz saygısızlık olurdu. İspanyol Edebiyatı ya da Rus klasikleri üzerine de iki kelimeyi bir araya getiremeyeceğime göre bir Laz olarak Laz Edebiyatı üzerine yazma  talihsizliğini göze aldım. Yoksa on binlerce okuyucuyu sürükleyecek popüler alanlarda yazabilsem bu gaflete düşer miydim hiç. Zaten bu benim ilk talihsizliğim değilmiş. 25 yıl önce de aynı konu üzerine yazmışım.

İlk makalem 25 yıl önce “Laz Edebiyatı Üzerine” başlığıyla OGNİ dergisi dördüncü sayısında yayınlanmıştı. Sanırım Laz Edebiyatı terimini bir yazıda ilk kullanan benim ya da ilk kullananlar arasındayım. En azından ben o zamana kadar hiç duymamıştım. Zaten “edebiyat” sözcüğünün bir kavram olarak literatürümüze girmesi de henüz yüz yılı geçkin bir zamandır. Eğer benden önce kullanan olmadıysa bizimkisi de çeyrek yüzyılı bulmuş oluyor. Bu bağlamda benden önce “Laz Edebiyatı” terimini kullanan olmuşsa beni mutlu edecektir.

Lazca daha önceden yazılı olarak kullanılan bir dil olmadığı için Laz edebiyatından söz ederken şiiri, masalı, oyunu, romanı ve klasikleri ile bir arada sunulacak dolu dolu eserlerden söz edemeyeceğiz maalesef. Ancak çeyrek yüzyılı aşkın bir süreyi geride bırakan Lazcayı yazıya geçirme çabaları ciddi anlamda yol almıştır. Onlarca Lazca kitapların yanı sıra, kısa dönemlerle de olsa aylık yayınlanan Lazca dergi ve gazetelerden söz edebiliriz. Lazika Yayın Kolektifi adıyla Lazların kurduğu yayınevinden çıkan onlarca kitaptan söz edebiliriz. Laz Kültür Derneğinin yayınladığı kitaplar ve Laz Enstitüsünün hazırladığı ders kitapları da Lazcayı yazıya geçirme çabalarının en ciddi örnekleri olduğu bilinmelidir. Ancak dilbilimcileri Lazcayla ilgili karşılaştırmalı bir dilbilimi çalışması yapmak için henüz erken olduğu vurgusunu yapmaktadırlar. Bu bağlamda yazılı bir literatürün oluşması için biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Biz konumuz olan Laz edebiyatına dönersek elbette ki sözlü edebiyattan söz edeceğiz ve sözlü edebiyatın ne denli güçlü olduğunu gözler önüne sermeye çalışacağız.

Sözlü Laz edebiyatında hikâye ve masallar, deyimler ve atasözleri, şiirler, ağıtlar, bilmeceler gibi her bir alanda zengin sunumlarla karşılaşıyoruz. Sözün yazıya dökülüp yazılamamasının sözlü ifadeyi güçlendirdiği gözleniyor. Sözün bu derece gelişmesi mani, destan, ağıt, atışma gibi şiirin her alanında ustaca kullanılıp çok farklı estetikler oluşturulmuştur. Dilin yazı ile ifade edilememesi bir yerde sözün gücüne dönüşmüş gibi. Laz şiirinde destan, mani, ezgi, ağıt, atışma ve tekerleme gibi sözlü geleneklerin tam ağırlığı vardır. Destanların, türkülerin, ağıt ve atışmaların neredeyse tamamında geleneksel bir doğaçlama yöntemi vardır.

Lazlar gurbetçi bir toplum olduğundan ayrılık ve özlem yüklü ezgiler vardır. Sosyal dayanışma ve imeceler çok yaygın olduğundan yardımlaşmaya uygun ezgilerle birlikteliğe çağrılar vardır. Sözlü dilin varlığı bunları günümüze kadar getirmişse de kimisi yarım yamalak kalmış, çoğunun kaynağı bilinmeyip sözlü halk edebiyatında anonim olarak yerlerini almış eserlerdir.

Destanlar
Lazlarda destan geleneği sözlü edebiyatın en önemli öğesidir. Yazılı gelenek olmadığı için dilden dile, kulaktan kulağa, kuşaktan kuşağa sözlü aktarılarak günümüze taşınmıştır. Çoğunda dörtlü kıta yapısı vardır. Satırlar bazen on bir hece ile, bazen de yedi heceyle oluşturulmuştur. Dörtlük sayısının kimi zaman konulara göre, kimi zaman da söyleyenlere göre değiştiği gözlenmiştir. Destanların makamları genelde aynı olup, söyleyene göre ahenk değişebilmektedir. Günümüzdeki Laz Destanları iki grupta incelenebilir. Birincisi büyük bölümü oluşturan grup, yazarı ya da yazarları bilinmeyen anonim destanlardır. İkincisi küçük bir grup olan yazarı bilinen destanlardır.

Destanlar tulum ve kemençe gibi bir çalgı aleti eşliğinde söylendiği gibi çoğu durumlarda çalgısız olarak da söylenir. 1970’lerden sonra iyice revaçta olan popüler kültürün etkisiyle aynı Lazca gibi destanlar da yok olma sürecine girmiştir.

Destanlar genelde aşk üzerine söylenmiş gibi olsa da, aşk ve sevda dışında da istisna sayılmayacak kadar destana rastlanır. Aşk dışındaki destan konuları toplumsal olaylar üzerinedir. Ama şu da bir gerçek ki, destan denildiğinde büyük aşklar ve sevdalar akla gelmektedir.

Atma Türküler / Gebiyapa
Atma türküler sözlü Laz edebiyatında önemli bir yer tutar. Doğaçlamanın en büyük ustaları bu atışmalarda hünerlerini sergilerlerdi. Atma türkülerde iki grup olur ve biri yenilene kadar atışma sürerdi. Bu grubun biri erkekler diğeri de kızlardan oluşabileceği gibi iki grubun da kızlardan ya da erkeklerden oluştuğu da oluyordu. Kız ve erkek gruplar birbirine rakipse ve hele de aralarında birbirini seven gençler de varsa atışma sözleri daha bir merakla izlenirdi. Ama en kıyasıya mücadele usta olan iki erkek grup arasında olurdu. Bu gruplar orta yaş ve üzerinde olan görmüş, geçirmiş kişilerden oluşurdu. Aralarında öyle ustalar olurdu ki, bu ustalar çoğu zaman değişik köylere de atma türkücü olarak davet edilirdi.

Atma türkülere en çok fındık ayıklama imecelerinde rastlanırdı. Bir başka deyişle atma türküsüz fındık ayıklama imecesi olmazdı. Fındık ayıklama imecelerinde iş ve eğlence bir arada yapılırdı. Aslında Lazlarda imece usulü yapılan bütün işlerin mutlaka bir de türkülü eğlence yönü vardır ama fındık ayıklamada bu durum, atışmalarla ayrıca bir yarışmaya dönüşürdü. Öyle rivayet olunur ki, ayıklanacak fındığın bitmesine rağmen atışmalar bitmeyip sabahlara dek sürermiş. Gebiyapa denen bu atma türküler Lazca ve Türkçe olabiliyordu. Türkçe başlarsa Türkçe devam eder, Lazca başlarsa da Lazca devam ederdi. Türkçe ya da Lazca hangi şekilde başlarsa kalıplaşmış belli sözlerden başlangıç yapılırdı.

Türkçe başlangıç genelde “Göremeyurum seni /Ne yanasun ne yana” sözleri ile karşı tarafa bir türkü atılır, karşı grubun “Soyle derduni bana / Derman olayim sana” cevabıyla atışmaya başlanmış olurdu. Bundan sonra gelen bütün sözler kaideye uyup –na diye biterdi.

Eğer atışma Lazca yapılacaksa ilk grubun “A jur biyapa dopkvat / Haşşo tamo tamoşi (Bir iki türkü atsak / Şöyle yavaştan yavaştan)” sözlerine karşılık karşı grubun, “Çkar yabanci va-boret / İri da do cumaşi (Hiç yabancı değiliz / hep bir akrabadan) sözleriyle cevap vermesi atışmayı başlatıp sonrasında kaide değişmeden –şi uyaklarıyla devam edilirdi.

Bu atışmalarda gruplara göre ilerleyen saatlerde değişik heyecanların yaşandığı söylenir. Atışmada söylenen sözler doğaçlama olduğundan yarışmadan sonra uçup gider, kimsenin aklında tam olarak kalmaz. Bir başka atışmada aynı sözlerin tekrarlanması mümkün değildir. Böyle olsa da bazı atışmalarda özellikle finallerin unutulmadığı da rivayet edilir.

Şiirli günler dilekleriyle umutla, dostlukla.