Nâzım Hikmet’in karanlıkta kalan birkaç günlük Arhavi hayatı

0
1421

Mustafa Alp Dağıstanlı

 

“Nâzım Hikmet’le ‘Laz’ İsmail Bilen, Hopa’nın Peronit (Çamlıköy) köyünde yakalanmadan önce birkaç gün Arhavi’nin Pilarget (Ulukent) köyünde kaldı” söylentisini ben de duymuştum, ama söylentinin ötesine geçen sağlam bilgilere ulaşamamıştım. Fakat şimdi 08 Artvin dergisi iki kişiyle konuşup bu söylentiyi yayınladı. Dolayısıyla, ortalıkta bilgi diye dolaşan kırıntıları, iddia sahiplerinin söylediklerini bir sağlamaya vurmak da şart oldu.

Nâzım’la İsmail’in Gürcistan’dan girişleriyle Peronit’te yakalanışları arasındaki hayat parçası karanlık. Yakalanış hikayelerini ve Hopa günlerini burada tekrar etmeyeyim, BBC Türkçe’den okuyabilir, seyredebilirsiniz.

Pilarget iddiasına gelelim. Nâzım’la İsmail, Gürcistan (Sovyetler Birliği) sınırını, çok büyük ihtimal, Maçahel’den geçtiler, Borçka’ya inip Murgul’a doğru devam ettiler, Murgul-Başköy’den de Arhavi’ye doğru indiler; bu iniş güzergahında bir dizi köy var. En kolay, en emin yol bu çünkü. Yine de bunlar varsayım, kesin bilgilerden yoksunuz. Ama bu varsayımı destekleyen bir sağlam bilgiye sahibiz: Yakalandıkları Peronit köyünün sakinleri bu iki kişinin Arhavi tarafından geldiğini kesin olarak söylüyorlar. Dolayısıyla, Arhavi köylerinden birinde bir ya da birkaç gün kalmış olmalılar.

Peronit’te Nâzım’la İsmail’i yakalatan Sabri Çiçek, 1993’te kendisiyle konuştuğumda, gayet iyi giyimli, ak pak olduklarını söylemişti. Maçahel’den girip dediğim yolla Peronit’e varmaları aynı gün içinde mümkün değil zaten. Hem bunu başarmış olsalar bile o Temmuz sıcağında perişan halde olurlardı Peronit’e ulaştıklarında. Demek ki, bir yerde dinlendiler, aklanıp paklandılar.

Burada bir parantez açalım. Peronit’te haber için çalışırken, yaşlı biri gelip Nâzım’la İsmail Bilen’i Arhavi tarafından gelirlerken köyün gençlerinin farkedip, silahlarını çekip, “Eller yukarı” diye teslim alıp kıyıdaki kahvehaneye getirdiklerini anlatmıştı. Buna karşı çıkan da olmuştu. Anlatan kişi, kendi gözüyle görmüş gibi naklediyordu, ama buna yaşı tutmuyordu. Bizim haber yayınlandıktan sonra Facebook’taki paylaşımlardan birinin altına Peronitli Tekin Kibar şu notu yazmıştı:

“Yakalanması bahsedilen kahvede değil. Köylüler tarafından Arhavi’den gelen yabancı kim diye merak edilip takıbatı sağlanmış ve birbirleriyle istihbarat çalışmaları neticesinde, intikal ettikleri güzergah uzerindeki taşların arkasını siper yapan iki köylü genç tarafından silahla esir alınmıştır. Bu iki gençten hiç bahsedilmemiş. Muhtemelen köyün kahvesine bunların gözetiminde götürülmüş ve yetkililere teslim edilmek üzere tutularak ağırlanmıştır. Köyün ileri geleni olan Sabri Çiçek aracılığıyla askere irtibat sağlanmış ve teslim edilmiştir.”

Kesin olarak bilemeyiz, fakat Sabri Çiçek’in anlatımı gayet netti, ayrıntılıydı, diyalog bile aktarıyordu, bu diyaloglarda Nâzım Hikmet, “Beni sen yakalattın” diye Sabri Çiçek’i mimliyordu. Sabri Çiçek’in bu ayrıntıda bir senaryo uydurmasına gerek yok. Hem, köye gelen her yabancı yaka paça jandarmaya mı teslim ediliyordu da iki genç hemen sipere yatıp gelenleri teslim almıştı? Kıyıdaki kahveye gelene kadar köylüler tarafından farkedilmiş olabilirler, genç köylülerin onların peşinden ya da yanlarında kıyıya, kahvehaneye kadar inmeleri de normal. Ama teslim alarak mı? İşte bundan emin değilim. Sabri Çiçek’in anlatımı bana daha mantıklı görünüyor. Yine de bu notu da kayda geçirelim. Ama dikkat ederseniz, bu ikinci anlatımda da Nâzım’la İsmail’in Arhavi tarafından geldikleri belirtiliyor.

Peki, kaldıkları köy Pilarget miydi, Banoğlular’ın evinde mi kalmışlardı?

08 Artvin dergisine konuşan emekli albay Vural Kurdoğlu, Pilarget’te, Banoğlular’ın evinde kaldıklarını söylüyor. Geçen Mayıs’ta BBC Türkçe için Nâzım’ın Hopa günlerini haber yapmak için gittiğimde Albay’la ben de konuşmuştum. Bu bilginin kaynağını sorduğumda bir şey dememişti. “Köyün yaşlıları mı anlatıyordu?” diye sorunca, yarımyamalak onaylamıştı. İşin doğrusu, Albay’ın Nâzımlar’ın yakalanışıyla, Hopa günleriyle, yolculuklarıyla ilgili bilgilerinin hepsi yanlıştı. Nâzım’ın zaten Hopa’da açık cezaevinde kaldığını, kapalı cezaevine nakledileceğini öğrenince kaçıp Peronit’e geldiğini, oradan kendisini alacak bir gemiyi beklediğini, gelen geminin adı Kiril alfabesiyle yazılmış olduğu için köyün gençlerinin durumu jandarmaya bildirdiğini, böylece denizden kaçış planı suya düşünce karadan kaçmak için Doğanoğlu Süleyman’ın yardımıyla Pilarget’e geldiğini, Banoğlular’ın evinde kaldığını anlatmıştı. Bunların doğru olmadığını söyledim o zaman kendisine.

Nâzım’ın kaçarken yakalandığı yanlış bilgisi yaygın bu yörede; kömünist olduğu için, bu ülkede kömünistlerin başı hep belada olduğu için, komünistler hep kaçak yaşadığı için herhalde… Tekrarda yarar var: Nâzım’la İsmail kaçarken değil, girerken yakalandılar. Daha önce Hopa’da açık hapishanede falan da yatmıyordu Nâzım.

Albay Kurdoğlu, 08 Artvin’de, Nâzım’ın Banoğlular’ın evinde kalmış olduğunun kanıtı diye birkaç dayanak ortaya koyuyor. Yine hepsi yanlış.

Kurdoğlu’nun dayanaklarından biri şu: “O tarihlerde Banoğlu Ailesinde bir kız çocuğu doğuyor ve ismi Nâzım Hikmet tarafından ‘Ketevan’ olarak konuyor.”

Ketevan Hanım’ın amcasının oğlu Nâzım Banoğlu’yla konuşmuştum Arhavi’de. Nâzım Banoğlu 94 yaşında, kulakları biraz ağır işitmekle beraber, dimağı dinç, hafızası canlı, yıllarca Maliye’de çalışmış dinamik bir Laz. Nâzım Banoğlu, Ketevan’ın Batum’da doğduğunu, (16. yüzyılda yaşamış bir Kakheti kraliçesi var Ketevan isminde), on yaşındayken Pilarget’e geldiğini söylemişti. Yani Ketevan adını 1928’de Pilarget’te Nâzım’ın koymasına imkan yok. (Ketevan Hanım’ın oğlu Mehmet Naci Özşen’e Facebook’tan bir mesaj atıp sordum: “Nâzım’ın yakalanmadan önce birkaç gün Pilarget’te annenizin, dedenizin evinde kaldığı söyleniyor. Acaba siz hiç böyle bir şey duydunuz mu annezinden mesela? Annezin adı Ketevan mıydı, Ketuvan mı ve acaba kaç doğumluydu?” Özşen, nedense, cevap vermedi.)

Nâzım Banoğlu 1925 doğumlu, yani Nâzım’ın Peronit’te yakalandığı 1928’de üç yaşındaydı, dolayısıyla evlerinde yabancı birilerinin kaldığını hatırlayamazdı elbette, ama eğer böyle biri kalmış olsaydı sonradan mutlaka duyardı aile içinde. Telefonda konuştuğum Yılmaz Erdoğan, eskiden köyün büyüklerinin Nâzım’ın Banoğlular’ın evinde kaldığını anlattıklarını söylemişti. Bunu da aktardım Nâzım Banoğlu’na: “Sizin evde kalmışlar, köyün büyükleri biliyormuş eskiden..?” İlk kez benden duyduğunu söyledi, bir an durdu, “Palavra” dedi.

Yetinmedi. “Bizim Kamil Özkazanç var, eski Sümerbank Müdürü, çok bilgili, çok okuyan biridir” deyip bizi ona götürdü. Kamil Özkazanç’ın çarşıda küçük bir ofisi vardı, 92 yaşında her gün ofisine gidiyor, okuyor, çalışıyordu, biz de zaten o halde buluverdik onu. Kamil Özkazanç gerçi Pilargetli değil, ama yerel tarihe de meraklı, bilgili biri. Nâzım’ın yakalanış hikayesini gayet doğru olarak biliyordu, gelgelelim, Pilarget’te kaldığını hiç duymamıştı, bunun inanılmaz, güvenilmez bir bilgi olduğunu söyledi.

Gelelim ikinci dayanağa. Albay Kurdoğlu, Arhavili İsmail’i Laz İsmail (Bilen) sanıyor ki, alakası yok. Kurdoğlu, Arhavili İsmail’in Nâzım Hikmet’le beraber Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik yaptığını söylüyor. Bu da tamamen yanlış, Nâzım Hikmet, Türkiye’de sadece Bolu’da, Kurtuluş Savaşı sırasında üç beş ay Türkçe öğretmenliği yaptı. Galatasaray Lisesi’nde sadece bir yıl okudu, o kadar. Nazım’la beraber Peronit’te yakalanan “Laz” İsmail ise hiçbir yerde öğretmenlik yapmadı.

Kurdoğlu’nun demesine göre, Nâzım Hikmet, Laz İsmail’e “Togo İsmail” diye hitap edermiş. İsmail bu Togo lakabını “güney cephesinde Fransızlara esir düşüp Batı Afrika’daki Togo’ya sürülmüş, orada yedi yıl esir yaşamış” olduğu için almış. Hangi savaştaki güney cephesi acaba bu?

Eğer Birinci Dünya Savaşı’ndan bahsediyorsa, Togo İsmail 1914-18 arasında askere gidecek yaşta olmalı, en azından Nazım’la yaşıt olmalı, 1900’lerin ilk birkaç yılı içinde doğmuş olmalı. Bu yaş meselesine birazdan geleceğim. İşin aslı, o savaşta Togo’ya sürülmüş Osmanlı askeri yoktu hiç. Yok eğer Kurtuluş Savaşı’ndan bahsediyorsa, Togo İsmail öyle yedi yıllık sürgün hayatı yaşamamış olmalı. Ayrıca, Togo’ya Kurtuluş Savaşı esirleri gönderildiği şimdilik hiç duyulmuş değil. Şanssızlığa kurban gidip yaşadıysa da en erken 1927’de Türkiye’ye dönmüş olmalı. Halbuki Kurdoğlu, Togo İsmail’in 1927’de Sovyetler’de sürgün olduğunu söylüyor bir yandan. Nereden baksan tutarsız laflar.

Kurdoğlu sonra da Nazım Küçükhasanoğlu diye birinden bahsediyor, Nâzım Hikmet’le arkadaşmış, Galatasaray Lisesi’nde santral memuruymuş, sanki orada tanışmışlar. Albay İsmail’le bu Nazım Küçükhasanoğlu’nu karıştırıyor. Çünkü ilk soyadı Candemir olan Nazım Küçükhasanoğlu, sonradan Togo soyadını almış. Bu ismi daha önce birkaç kişiden duymuştum, ama Pilarget’te Albay’ın evinin bahçesinde konuşurken, Nazım Küçükhasanoğlu’nun akrabası Murat Candemir (86) de yanımızdaydı. Nazım Küçükhasanoğlu’nun Togo soyadını aldığını o da söyledi, en son da Küçükhasanoğlu olarak değiştirmiş. Bir de dedi ki: “Nazım Togo 1952’de Galatasaray Lisesi’nde santral memuruydu, beni orada işe aldırdı.”

Bu Nazım Togo, Murat Candemir’in 1913 doğumlu babasından küçükmüş. Bir yaş küçük olsa, eder 1914, yani Nâzım Hikmet Hopa’da yakalandığında 14 yaşında. Eh, Nâzım Hikmet 1925’te Sovyetler Birliği’ne kaçtığına göre, Nazım Togo 11 yaşında Galatasaray Lisesi’nde görevliyken şairimizle tanışmış olmalı! O sırada Nazım Hikmet’in Galatasaray Lisesi’yle hiçbir ilgisi yok. Ayrıca, 11 yaşındaki biri Galatasaray Lisesi’nde santral memuru olamaz. Yani bu bilgiler doğru olsa bile 1928 öncesi için geçerli olamaz. Dolayısıyla, Nâzım Hikmet bu bağlantıyla Pilarget’e gelmiş olamaz. Ama Nazım Togo’nun Nâzım Hikmet’le arkadaşlığından Pilargetliler emin, hatta “Nâzım Hikmet’in sağ koluymuş” lafı bile ediliyor. Nâzım Hikmet’in sağ kolu, sol kolu diye birileri yoktu tabii. Bununla birlikte, Nazım Togo’nun bir komünist olduğu  anlaşılıyor, akrabası Murat Candemir, “Buraya geldiğinde, sivil polis gelirdi peşine” diyor.

Sonradan Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri olacak İsmail Bilen Çamlıhemşinli. Nâzım’la beraber Peronit’te yakalanan da bu kişi. İsmail Bilen kendisinin Laz olmadığını anlattıktan sonra bu İsmail karışıklığına açıklık getiriyor, bir kulak verelim:

“Ama gerçekten, bir de Laz İsmail diye birisi vardır. Bu İsmail Lazistanlı, Arhaviliydi. İşçiydi. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Rusya’ya, ‘gurbete’ çalışmaya gitmiş. Ve, Oktobr Devrimi’nin seline katılmış. Sovyetleri savunmuş. Mustafa Suphi’nin kurduğu Kızıl Gönüllü Alayı’na girmiş. Ve 1920 yılında Türkiye’ye dönmüş, İstanbul’a gelmiş. Bolşevik Baba Mahmad’in gurubunda görev almış, anarşist, başıbozuk yönleri vardı. Yakışıklı bir delikanlıydı. Birden bire parlardı. Lazlığına toz kondurmazdı. Sonunda, 1926’da, Atatürk’ü vurmaya girişmek suçuyla İzmir’de Ziya Hurşit’le birlikte asılmıştır. Sonra Nâzım Hikmet’in ‘İnsan Manzaraları’nda adı geçen Arhavili İsmail’le de, İ. Bilen’in hiçbir ilgisi, ilişkisi yoktur.” (İsmail Bilen Kısa Biyografi)

08 Artvin bir de Fazlı Zoralioğlu’yla konuşmuş. Onun anlattıklarının da gerçeklerle hiçbir bağlantısı yok. Zoralioğlu, “Neden Pilarget?” diye sorup şu cevabı veriyor:

“Dönemin gazeteci yazarı, Atatürk ile ilk söyleşi yapan, aslen Pilargetli olan Niyazi Ahmet Banoğlu’dan bahsetmeden olmaz. Banoğlu ile Nâzım Hikmet Galatasaray Lisesi’nde birlikte öğretmenlik yapmış çok iyi dostlar. Sovyetlerdeki sürgün günlerinde de haberleşiyorlar. Nâzım Hikmet’in en güvendiği parti arkadaşlarından biridir Banoğlu. İşte bu köye de yönlendirme böyle oluyor.”

Önce şunu diyeyim: 08 Artvin editörü, konuştuğu iki kişinin Nâzım’la Galatasaray Lisesi’nde beraber öğretmenlik yapan iki farklı isim vermesinden işkillenmeliydi. Ama tabii, Galatasaray Lisesi’nde Arhavili öğretmen, üstelik Nâzım’ın arkadaşı olan Arhavili öğretmen bolluğu olması ona normal geliyorsa başka.

Niyazi Ahmet Banoğlu sağlık sorunları, maddi imkansızlıklar nedeniyle eğitimini lisedeyken bırakmak zorunda kalmıştı. İşte o zaman köyüne, Pilarget’e dönmüş, bir yıl köy öğretmenliği yapmıştı. Başka da bir öğretmenlik geçmişi yoktur. Kendi kendini yetiştiren, kültürlü, çalışkan biriydi. Türkiye Komünist Partisi’yle hiç ilgisi yoktu, koyu bir Atatürkçü, tutkulu bir CHP’liydi. (Meraklısı, Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nin 4. cildine baksın.) Nâzım’ın da uzak ya da yakın arkadaşı değildi. Zoralioğlu, belki Niyazi Ahmet’i, Hopa’nın Azlağa (Esenkıyı) köyünden Ahmet Fırıncı’yla karıştırıyordur, çünkü Ahmet Fırıncı TKP Merkez Komitesi üyesi bir komünistti. Ben haber için araştırma yaparken, Nâzım’la İsmail’e Azlağalı Ahmet’in yardım ettiğine dair bir söylenti de duymuştum. Hemen Kenan Fırıncı’yı aramıştım. Geçen ay kaybettiğimiz Kenan’ın babasının amcasıydı Ahmet Fırıncı. Kenan, bu söylentinin doğru olmadığını kesin bir dille söylemişti bana. Zaten bu söylenti,  Nâzım’ların Sarp’tan girip Azlağa’ya geldiklerini  varsayıyordu ki, tamamen yanlış. Azlağa Hopa’nın doğusunda, yakalandıkları Peronit ise batısında. Kaçaklarımız da Hopa’ya ualşıp vapura binmeyi amaçlıyordu, Azlağa’dan Arhavi’ye neden gitsinler, ayrıca bunun için zaten Hopa’dan geçmeleri gerekirdi.

Sonuç olarak, Nâzım’la İsmail Bilen’in Banoğlular’ın Pilarget’teki evinde kalmadıklarını kesin olarak bildiğimizi söyleyebiliriz. Eldeki kanıtlarla iddia edilemez bu. Peki Pilarget’te başka bir evde mi kaldılar? Belki.

Albay, Pilarget’ten Peronit’e eski bir patika olduğunu söylemişti. Fakat Albay’ın Pilarget’teki evinin bahçesinde konuşurken aynı köylü Murat Candemir (86) de oradaydı, Peronit’e değil, Hopa’ya daha yakın köy olan Kıse’ye (Sugören) patika olduğunu söyledi. Yani, Pilarget’in Peronit’e ulaşmak bakımından da bir avantajı görünmüyor.

Hopa’da, Arhavi’de, Fındıklı’da aslı astarı olmayan, yakıştırma başka efsane parçaları da var Nâzım Hikmet’le ilgili. Fındıklılı biri, babasının Nâzım Hikmet’le beraber Hopa’da 1940’ların sonunda, 50’de yattığını iddia ediyordu mesela. “Olamaz” dedim, “Nâzım 1928’de burada yattı. Kesin olarak biliyoruz, gazete haberleri var, mahkeme kayıtları var. Sinop’ta, Çankırı’da, Bursa’da yattıysa olabilir.” Bunun imkansız olduğuna bir türlü ikna edemedim adamı, yalın bir gerçeği inkar edişime şaşıyormuş edasıyla bakıp durdu yüzüme.

Hopa’da birileri çıktı, Nâzım’ın şiirinde geçen “çocuk Muhittin”in kendi köylüsü olduğunu söyledi. “Yahu”, dedim, “Muhittin Amcayı tanıyordum ben, çocuklarından biri, Mustafa, en eski arkadaşlarımdan, sen de tanırsın, ben konuştum, git sen de konuş.” Ne mümkün, o yine köylüsünün o “çocuk Muhittin” olduğunu düşünmeye devam ediyor.

Arhavi’nin Kamparna (Dikyamaç) köyünden Ahmet Şalap da Facebook’ta BBC Türkçe’deki yazının paylaşımı altına şunu yazmıştı:

“Çok güzel yalnız bir hata var gibi. Bildiğim ve eskilerden dinlediğim kadarıyla Nâzım Hikmet le birlikte yakalanan İsmail,İsmail Bilen değil, Kuvva-i Milliye Destanında adı geçen Arhaveli İsmail dır.  Arhaveli İsmail de Arhavi’nin ozamanki Kamparna köyünün Takamandeni mahallesinden dir.
Sülalemizin büyüklerinden Dinana’nın eşi. Dinana, eşinin (Dervişoğlu İsmail ) o yıllarda (1926-1928) (tarihi tam olarak bilemiyordu) yanında uzun boylu sarışın mavi gözlü biri ile Batum’dan geldiğini bir kaç gün kaldıklarını ve gittiklerini, daha sonra bir daha geri dönmediğini ve akıbetinin ne olduğunu bilmediklerini anlatırdı.”

O zaman da cevap yazmıştım, İsmail’in İsmail Bilen olduğundan eminiz, gazete haberleri var, fotoğraf var, mahkeme kayıtları var… Görüldüğü gibi, “büyüklerimiz anlatırdı” hiç de sağlam bir kanıt olmayabiliyor.

İş öyle bir hale gelmişti ki, paralel bir mizahi video-haber bile hazırlayabilecek malzeme vardı elimizde. Ne kadar çok insan Nâzım’la beraber yatmıştı böyle? Hopa hapishanesi hepsini nasıl almıştı acaba? 1928 yılı acaba 10 bin günlük bir yıl mıydı ki, 365 günlük yıllarımıza göre Nâzım’la beraber yatması, dahası kiminin tanışması imkansız olan insanlar hapishane hayatını paylaşmıştı onunla?

Pilarget’e dönersek, ki dönelim, çok güzel bir köy, hatta oraya dönelim de oradan şehre dönmeyelim, Fındıklı (Viçe), Hopa, bunların köyleri, sakinleri gibi Nâzım’ı kucaklamak istemesi, yakın hissetmek, yakın durmak istemesi güzel, anlaşılabilir bir arzu. Nâzım’la yaşamak, Nâzım’ı yaşatmak da güzel, ama gerçekleri yoksayarak değil. Gerçeklerle yaşamak, gerçeklerle yaşatmak en güzeli. Nâzım Pilarget’te kalmadıysa bile Pilarget’ten geçti muhtemelen.

Bazı Pilargetlilerin “Nâzım Hikmet turizmi köyümüzü şenlendirir, gelir getirir” diye düşündüğünü biliyorum, duyuyorum. Epey harap halde olsa da “Nâzım Hikmet’in kaldığı Banoğlu evi” bunu sağlayabilir, diye düşünenler var. Şimdi burada bu fikrin doğruluğunu yanlışlığını tartışacak değilim. Ama bu hülyanın uğruna dayanaksız bir hikaye kurmak, bir tarih yazmak kabul edilemez

Nâzım Hikmet’le İsmail Bilen’in tam olarak hangi gün sınırı geçtiklerini bilmiyoruz. Sınırı hangi noktadan geçtiklerini kesin olarak bilmiyoruz. Sınırdan geçmeleriyle Peronit’te yakalanmaları arasında kaç gün geçirdiklerini bilmiyoruz. Bu zamanı hangi köyde, kimin evinde geçirdiklerini de bilmiyoruz.