SGDF Eşbaşkanı Deniz Bahçeci ile söyleşi

0
801

Söyleşi: Cemil Aksu

Deniz, SGDF Eşbaşkanı oldun, Alev Özkiraz’la birlikte. Çok alışık olduğumuz bir şey değil, gençlik örgütlerinin genel kurul yapması, eşbaşkanlık sistemi, vs.?

Gençlik içinde eşbaşkanlık, genel kurul, MYK  gibi kurum ve mekanizmalar bürokratizm gibi geliyor kulağa. Fakat daha etkin bir kolektif özne oluşturmak açısından anlamlı olduğunu düşünüyorum. SGDF 2 yılda bir genel kurul yapıyor.  Bizim bir parti gibi hiyerarşik, bürokratik bir yapımız yok.

OHAL sürecinde çoğu yerde derneklerimiz kapatıldı. Ama birçok kentte ise çalışmalarımız sürüyor. Ankara, İzmir, Çanakkale, Diyarbakır, Mersin, Adana, Zonguldak, Dersim, Kütahya, Afyon, Kocaeli, Denizli, Rize, Artvin, Samsun…

Peki, senin SGDF ile tanışıklığın nasıl başladı?

Lisede başladı. Lise öğrencisiyken, Liseli Öğrenci Birliği’ndeydim. Demokratik lise mücadelesi veriyor, hem liselere hem de memleketin geneline dair aklımızın kestiğince bir söz söylemeye çalışıyorduk. SGDF’yi de lise yıllarında tanıyor, takip ediyordum. Daha sonra DTCF’de Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi bölümünü kazanınca SGDF ile ilişkim gelişti.  

Ama sol düşünce ile tanışmam ailemden gelen bir şey. Ailem Artvinli ama ben İzmir’de doğdum, büyüdüm. Yazları Artvin’e giderim, Şavşat Meydancık’a. Şavşat’ın geçmişi devrimcilerin hikâyeleriyle doludur. Ben de o hikâyelerle büyüdüm. Okula başlamadan babamın omuzlarında 1 Mayıs’a giderdim mesela. Ablamla beraber lisede üniversite eylemlere katılıyorduk. Hoşuma gidiyordu bunlar. Devrimcilerin insan ilişkileri, yaşam sevgisi, güveni, samimiyeti ve çıkarsızlığı… Denizler, İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan, Che, Fidel ve daha onlarca yüzlerce devrimcinin macera dolu yaşamları…

Gezi isyanın 6. yıl dönümü. Hemen herkes Gezi’de kendini gösteren yeni nesil karşısında şaşırdı, hayret etti. Beklenmedik ve bir o kadar da ele avuca sığmaz bir olaydı Gezi. Öncesinde “apolitik” olarak umutsuz vaka olarak görülen gençlik birden bire ortaya çıktı ve Türkiye’yi bir zaman tünelinden geçirdi.

Gençler bu düzenin içinde yaşamaktan mutlu değiller. Ve gençler bir arayış içinde. Dünyada siyasi ekonomik, toplumsal bir dizi krizi, bu krizlerin yarattığı isyanları ve ayaklanmaları yaşıyoruz. Irkçılığın, milliyetçiliğin, göçmen karşıtlığının ve erkek egemenliğin baskı ile empoze edilmeye çalışıldığı bir dönemdeyiz. Gençlerin arayışları, hayatta kalma stratejileri, mücadele biçimleri de değişiyor.

Gezi öncesi gençlik kesimlerinden umut kesilmişken, o kuşak hafızalardan hiç silinmeyecek bir ayaklanmanın mimarı oldu. Gezi sonrasında da başka bir düzeyde, dinamikler açığa çıktı. Ben tam Gezi’nin sonrasında SGDF ile tanışmıştım. Bu dönemde de yolunu arayan bir gençlik mücadelesi var. Ama bir forma kavuşmakta zorlanıyor.  

Peki, bu “Gezi gençliği” mevcut gençlik örgütlerine gelmiyor mu? Onlar nasıl bir örgütlenme istiyor, siz nasıl bir örgütlenme sunuyorsunuz?

Gençlik hareketi için de Gezi öncesi ve sonrası diye bir ayrım yapabiliriz. Gezi’den önce gençliğin taleplerini yansıtma, dillendirme daha çok örgütlerde cisimleşiyordu.  Yani üniversitelerde topluluklar, örgütler gençlik adına doğrudan söz alıyordu. Ama Gezi’de insanlar kendi sözlerini bir örgüte bağlı olmadan, bir şekilde ifade etmenin yolunu buldu. Kendi talebini aldı çıktı sokağa. Herkes nerden neyi talep ediyorsa çıktı, ifade etti. Orada kurulan forumlar, komünler… Bunlar mevcut örgütlerin biçimlerini, yaklaşımlarını aşan şeylerdi. Burada bence en önemli şey sanırım, insanların kendini özne hissetmeleri, özneleşme arzuları ve pratikleri.

Bir de şöyle bir düzeltme yapalım. Gezi’den sonra Geziciler örgütlere gelmedi değil. Öncesinde de gelmedi. Ve niye gelmediyse yani onlara yön veren akıl Gezi’yi yarattı. Yani Geziciler Gezi ile politikleşmedi. Bizden farklı bir politikleşme süreci yaşadılar, öncesinde de sonrasında. Örgütlerin dışında, onların tahayyüllerinin dışında bir politikleşme biçimi. Bunu görmek önemli. Kendimize eleştiriyi  radikalleştirmek açısından.

Şimdi dediğin gibi,  gençlik başka bir şey istiyorsa niye siz de başka bir şey olamıyorsunuz, değişimden sizi alıkoyan nedir?

Aslında biz de değişim süreci yaşıyoruz. Baskılar tutuklamalar vb. her zaman olur. Bunlar gençlik hareketinin mevcut durumunu açıklamada özel bir neden değil.

Gençlik kendisinden, yerelinden, ilgi duyduğu alanlarda, konularda politikaya dâhil olmak istiyor, bunun yollarını arıyor ve buluyor da. Ve aslında kendi örgütlerini de yaratıyorlar parça parça. Bir yerde bostan yapıyor, bir yerde ekoloji ile ilgili bir faaliyet örgütlüyor, ya da küçük okuma grupları kuruyorlar. Ya da sosyal medya ekipleri kuruyorlar. Tüm bunları birleştirecek, bunlar arasında bir ortaklık kuracak, belli hedeflere doğru harekete yön kazandırmayı başaran bir hareket yok ortada. Yani bir ağaç gibi tek ve hür yaşarken bir orman gibi kardeşçe mücadele etmeyi başarmakta zorlanıyor.

Kendini ifade etme meselesinde de bir ek yapayım. Bütünlüklü örgüt formları sanki bunların önünde engelmiş gibi görülüyor. Örgüt  biçimleri değişse de; meclis, forum da olsa, bütünlüklü örgüt formlarının, kendi bireysel farklılığını ortadan kaldıracağını düşünüyor. Çünkü her örgüt aslında bir ortaklaşmadır, dolayısıyla bazı farkların yok sayılmazsa bile ortaklığın dışında tutulduğu, görünmez kılındığı bir ilişkidir. Kapitalizmin kendi sınırlarına ulaştığı anlatılıyor ve buna karşı mücadele etmek gerektiği söyleniyor ama bir yandan da örgütü reddedip, örgütlerin insanları tektipleştirdiğini, aynılaştırdığını savunuluyor. Bu anlayış genel olarak hâkim bir anlayış. Bu negatif anlayışla kendi hayal gücünden, yeteneklerinden, arzularından vazgeçmek zorunda kalacağını düşünüyor. Bunların tamamen haksız olduğunu da söyleyemeyiz.

Bunlar üzerine düşünüyoruz biz de.

Peki siz kendi ezberinizi bozmak için ne yapıyorsunuz?

Dilde bir yenilenme yaratmak için uğraşıyoruz. Kullandığımız simgeler, semboller, sloganlar, mizah… Bu konularda “devrimci ciddiyet” diye bir şey var. Sözümüzün hedef kitle tarafından anlaşılırlığından çok bir jargona uygunluğunu esas alan bir yaklaşım bu. Yeni kuşağın dili başka oysa. Dün afişlerde kızıl yıldız, yumruk vb. kullanınca sol, devrimci oluyordu. Ama şimdi afişte Game of Thrones’tan bir şey görebiliyoruz. Ya da Behzat Ç.’den ya da PUBG diye bir oyun var, ondan bir şey görebiliyorsun. Biz de bir eylemde, pankartta Pikachu’yu çizdik. Pokemon’dan bir figür. Sarı yeleklilere gönderme yapmak için.

Bu değişimi yakalamanızı engelleyen şeyler neler?

Biz de bunları yapmaya çalışıyoruz. Biz, sadece liseli üniversiteli gençlik örgütü değiliz. Memleketteki genel sorunlarla, eşitsizliklerle, adaletsizlikler ilgili de sözümüzü söylemeye çalışan bir örgütüz. Bizim de geçtiğimiz bir tedrisat var. Yani bizi şekillendiren de eski siyaset tarzı. Siyasete dâhil olurken aldığımız terbiye, okuduğumuz kitaplar, örnek aldığımız partililerin tarzları vb. bizde bir şekillenme yaratıyor. Yani eski tarza göre şekilleniyoruz ve sonradan değişmemiz de zor oluyor.  

Biz belli bir dönemin biçimlerinden uzaklaşınca içeriğinden de uzaklaşmış gibi hissediyoruz. Bizim işimiz içerikle ilgili, felsefesiyle ilgiliyiz.

Yüksek politik gündemlere dâhil olmaya çalışıyorsunuz, o gündemlere dair eylem yapmak zorunda hissediyorsunuz, dolayısıyla belli eylem ve örgüt biçimleriyle sınırlı bir repertuar kullanıyorsunuz. Dolayısıyla siz gelen genci kendisini ifade etmesine izin vermemiş oluyorsunuz. Onun ne istediğini, ne yapmak istediğine bakmadan ne yapması gerektiğini söylemiş oluyorsunuz. Bu da ister istemez örgütlenme meselesine dair negativ yaklaşımı doğruluyor. Sen elinde megafon, slogan atan gençler olarak kalıyorsun.

Başka türlü bir şey yapılamaz mı?

Sokak tiyatrosuyla ilgilendim bir ara. Sokakta insanların bir anda ilgileri çekmek çok zor ama bir kere becerince de çok etkili oluyor. Hemen etrafınızda kümeleniyor insanlar. Bizim derdimiz insanlara bir şeyler anlatmak ya, bunun için bazen bildiri yazıyorsun, bazen bir eylem yapıyorsun vs. ama bazen sanat, tiyatro derdini anlatmak için çok daha etkili oysa. Bildiri dağıtmaktan daha etkili. Ama biz derste kimse yokken sınıfta bildiri dağıtmayı tercih ediyoruz.

Son dönemde Avrupa’daki gençlerin iklim hareketi var. İsveçli greta’nın eylemiyle başlayıp yayılan. Okul grevi her yere yayıldı. Türkiye’de de son 10-15 yıldır da çevre hareketi epey bir gelişme gösterdi. HES karşıtı hareket, kentsel dönüşüme karşı hareketler, eskiden beri süregelen nükleer karşıtı hareket vb.. Kendine yüksek siyaset gündemi içinde yer açtı. Gençlik hareketlerinin ekoloji hareketi ile alakası ne durumda. Okullarda çevre, doğa kulüpleri vardır ama harçlara, polis baskısına karşı, taciz ve şiddete karşı eylemlerin yanında ekoloji gündemli eylemleri örgütlenmeleri yok gibi. Bu alanlar küçük grupların hobileri düzeyinde mi kalıyor. SGDF ekoloji alanında neler yapıyor mesela. Niye yapmadınız ya da?

Ekoloji gençlik örgütlerin değil, ama gençlerin gündeminde tabi.  Çevre meselesi epey zaman TEMA gibi kurumların işi olarak daha düzen içi bir şey olarak görülüyordu. Sonra da çevre ile ilgili sorunlar mesela HES projeleri daha çok taşrada, kırda olduğu için çok okullu bir sorun olarak görülmedi sanırım. Okuldan gidip köydeki mücadeleyi desteklemeyi, bireysel olarak yapsak da örgütsel bir gündem haline getiremedik. Yani orayı da bizden ayrı bir mücadele olarak gördük ve dışardan takip ettik.

Greta’nın eylemi başlayınca, biz de bir şey yapalım dedik. Greata ve o eylemleri organize edenlerle kontak kurmaya çalıştık. En azından sosyal medya üzerinden eylemleri takip etmeye, Türkiyedeki takipçilerimize duyurmaya çalıştık. Bunlar tabi bizim de iklim krizi, ekoloji konularına ilgimizi geliştiren çabalar oldu. Yani öylesine bir ilgi değil, kendimizi bu konuda eğitmeye, öğrenmeye çalışıyoruz. Yani bir hareket var, bodoslama dalalım istemiyoruz, öğrenerek dahil olmak istiyoruz. SGDF’de ekoloji gündemini daha fazla öne çekmek için bir komisyon kurduk. Bazı panellere, toplantılara katıldık. Greta’nın eylemlerine Türkiye’den ses vermek için bazı gençlik örgütleri ile de görüştük ama somut adım atamadık. Atlas’ın Maçka’daki eylemine destek verdik. Atlas’la bir söyleşi yaptık, epey de ilgi çekti.

Peki son olarak gidişat nasıl, nereye doğru gidiyor gençlik?

Bir süredir sokaklar hareketli. İnsanların motivasyonu değişti. Bu durum da sokağa yansıyor ve yansımaya devam edecek. Gençlik mücadelesi açısından böyle. Üniversiteler hareketlenmeye başlıyor. Tüm üniversitelerde değil belki, ama son iki üç yıl ile kıyasaladığmızda ivme yükseliyor. Boğaziçi’nin İşgal’e karşı duruşu, ODTÜ’deki şenlik eylemleri ve onur yürüyüşüne yapılan polis müdahalesinde sonra örgütlenen boykot, Özyeğin’deki yurt ve kantin sorunlarına dair yapılan protestolar…  Son olarak yine ODTÜ’de KYK yurdu değil, ODTÜ yurdu istiyoruz diyerek Kavaklık’ta KYK’ya karşı direnen ODTÜ’lüler. Bu saydığım örneklerin hepsi farklı taleplerle bu ivmeyi yükseltiyor. Aslında gençliğin birçok sorunu ve talebi var. Hayat pahalılığı, işsizlik, gelecek kaygısı, demokratik bir üniversitesi vs. Daha da uzayıp gidebilir. Örneğin Emniyetin KYK’ya gönderdiği bir genelge var. Genelgeye göre, hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı bulunmayan öğrencilerin burslarının kesilecek ve yurttan atılacak. Emniyet daha önce de üniversite rektörlerine fişleme listeleri göndermişti. Yani herhangi bir eylem ve etkinliğe katıldıysanız adınız bu listelerde olabilir. Bu yeni ve önemli bir gündem olduğunu için örnek verdim.

Ama her zaman öne çıkan belli şeyler oluyor. Bu noktada zayıf halkayı tespit edip, doğru araç ve biçimleri kurmak önemli. Gençler içinde politik bir odak haline gelecek, daha geniş kesimlerle buluşabilecek politik ve örgütsel bir forma ihtiyacımız var. Bu formları kitlelerle birlikte inşa etmek ve bu forumları bir mücadele hattında buluşturmak lazım. Gençlik hareketinin tarihi zengin deneyim ve derslerle dolu. Yeni eskinin içinden çıkarmış.