Tohum sirketleri köleleştirir

0
822

Abdullah Aysu

 

Bizim yaşam dediğimiz şeyi şirketler yaşam olarak görmüyor. “Bu çeşitlerin patentini alayım, ele geçireyim benim şirketimin malı olsun. Yalnız benim şirketimin sermayesi olsun, ondan yalnız ben kazanç elde edeyim” istiyor. Şirketler bu yolla çiftçiler ile birlikte hem tüketicileri sömürür hem de çiftçileri kendilerine bağımlı kılıp köleleştirirler. Kabul edilemez!

İnsanoğlunun tarıma başladığı ilk yıllarda buğday yabancı bir ottu. Olgunlaştığı zaman başakları çatlar, tohumları da toprağa saçılırdı. Buğdayın doğadaki devamlılığını sağlayan buydu. Ancak bu durum tohumun toplanarak üretim yapılmasına olanak vermiyordu. Kadın çiftçiler önce bu başaklar arasında tohumlarını saçmayanları seçmek suretiyle üretime başladılar. Yani doğada, tohumluğunu ekme, seçtiği tohumu tarlaya saçma yöntemiyle ıslah çalışmaları yapmaya başladılar ve bugüne kadar böyle yapageldiler. Ekseriyetle kadınlar bu, ıslah ve geliştirme çalışmalarını yaptılar. Kadınlar ıslah çalışmalarını da laboratuarlarda değil, doğanın bağrında uyguladılar. Bu üretim on binlerce yıldır süregelmektedir.

Bilindiği üzere tohum, bitkisel üretimin ve gıda zincirinin ilk halkasıdır. Tarım tohumun bulunmasıyla başlamıştır. Tohum olmazsa tarım ve gıda olmaz. Toprağa gübre (organik­kimyasal) saçmazsanız, bitkiye veya böceğe ilaç atmazsanız az da olsa bir miktar ürün alabilirsiniz. Ama toprağa tohum saçmazsanız ürün elde edemezsiniz. Bu nedenle üretici köylüler ve tüketiciler için tohum yaşamla eş anlamdadır.

Türkiye’de tohum geliştirilmesine İse 1930’lu yıllarda başlandı. Tohum ile ilgili bir başka yasal çalışma 1963 yılında yapıldı. Çıkarılan kanunla tohumluk üretim, denetim ve dış ticareti Tarım Bakanlığı’nın izni ve denetimi altına alındı. Söz konusu kanunla tohumculuk devletin tekeline geçti, tohum fiyatları devlet tek başına belirledi ve bu durum 1980’e kadar sürdü. Ancak 1982 yılında önce tohum fiyatları serbest bırakıldı arından 1984 yılında “Tohumluk İthalatının Serbest Bırakılması” ve 1985 yılında  “Tohumculuk Teşvik Kararnamesi” ve hükümetlerin desteğindeki benzer politikalarla tohumculuk özel sektörün belirleyiciliğine adım adım geçmiş oldu.

Tohumculuk konusunda 1980 sonrası uygulanan bu politikalarla birçok tohumculuk şirketi türedi. Yabancı büyük tohumculuk şirketleri ülkemizde ve dünya genelinde yaygın yatırımlar yaptılar. Tohumculuk sektörünün ülkemizde özelleştirildiği dönemde dünyada hibrit tohumun piyasası çok yaygınlaşmıştı zaten Tohumculuğu özelleştiren hükümetlerin desteğinde hibrit tohumla sektörde egemenlik kuran şirketlerin en büyük hayali çiftçiyi/köylüyü kendine bağımlı kılmak için tohumu ele geçirmekti.

AKP Hükümeti, Türkiye’de tarım sektöründeki çiftçi örgütleri ve diğer tarım örgütlerinin muhalefetine rağmen IMF-Dünya Bankası ve Avrupa Birliği’nin isteğine uydu, 2006 yılında 5553 Sayılı Tohumculuk Kanunu’nu çıkarttı. Çıkarılan Kanun ile; Yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verildi. Çiftçilerin ürettiği tohumları satmalarına engel getirildi. Sadece tohumun kendi aralarında parasız değiş tokuşuna izin verildi.
Devlet-kamu tohum üretim alanının dışına çıkarıldı. Kamu, tohumun sertifikalandırma, ticaret ve denetimini şirketlere bıraktı.
Şirketlerle çiftçiler arasında çıkacak olan anlaşmazlıklara da devleti değil, tohum şirketlerinin oluşturduğu Tohumcular Birliği’ni yetkili kıldı.
Yasa; çiftçilerin tohum ihtiyaçlarını sağlamaları için tek adres olarak tohum şirketlerini gösteriyor. Çiftçileri ihtiyacı olan tohumu şirketlerden karşılamaya mecbur bırakıyor. Çiftçi kendi ürettiği ürününden tohumunu ayırabilendir. Dolayısıyla söz konusu kanun çiftçileri çiftçilikten çıkaran bir kanun olmuştur.

Kanun sonrası durumun fotoğrafını Necdet Oral şöyle tab ediyor: “1980’li yıllarda tohumluk pazarının büyüklüğü 80 milyon dolar olarak tahmin ediliyordu.” Ticari tohumluk hacminin 400 milyon dolara ulaştığı günümüz Türkiye’sinde tohum pazarının yüzde 401 1 özel tohum şirketlerinin elinde. Özellik hibrit sebze ayçiçeği, mısır ve patateste özel şirketlerin payı yüzde 100’lere ulaştı. Büyük bölümü yabancı ortaklı, çoğu da yalnızca tohum ithalatı yapan 250’yi aşkın tohumculuk şirketi mevcut. İhtiyaç duyulan tohumun en az üçte biri ithal ediliyor. Sebze tohumlarında dışa bağımlılık oranı yüzde 95’e çıkıyor. Patatesin neredeyse tümü ithal tohumla üretiliyor. Sertifikalı hububat tohumluğunun ise ancak yüzde 25’i üretilebiliyor.

Mısır tohumluğunda Monsanto yüzde 10, Pioner yüzde 72’lik bir paya sahip. Pamukta Monsanto ve Bayer’in ağırlığı toplam yüzde 80 düzeyine ulaşıyor. Pioner’in Cargill ile işbirliği içerisinde olduğu düşünüldüğünde Türkiye mısır piyasasında “işgal” ettiği yer daha kolay anlaşılır. Ancak asıl tehlike kamunun yetkilerini tohum birliklerine ve özel şirketlere devretmesi. Böylesi bir tohum piyasası, özel şirketlerin lisans sağlayıcılığı altında ABD, İsrail, İspanya ve Fransa gibi ülkelerin tarım şirketlerinin doğrudan belirleyicisi olduğu bir yapıya bürünecek (Express Dergi 2009/05).”

Tohumculuk

Şirketler ne yapıp edip tohumu ele geçirmek İstediler. Tarımsal üretimi kendi denetimleri altına almak isteyen şirketler bilirler ki, eğer çiftçinin tohumu varsa dışarıdan hiçbir girdi almadan bile üretim yapabilir. Çekici gücü kendi hayvanlarıyla sağlayabilir, gübreyi hayvanlarından ve bitkilerinden elde edebilir, zararlılarla kendi yöntem ve deneyimleriyle baş edebilir. Evet, bu nedenle, şu konu çok önemlidir: Şirketlerin tarım ve gıdada egemenlik kurmaları için tohumu ele geçirmeleri şarttır. Şirketlerin düşünceleri böyle ancak bizler farklı dünürüz, düşünmeliyiz de. Bizler, arı olmazsa ağaçlarımızın ve sebzelerimizin meyveye yatmayacağını, solucanlar olmazsa toprağın bitkilerimizin büyüyüp serpilmesi ve ürün vermesi için gerekli besini sağlayamayacağını, fareler olmazsa toprağın havalanamayacağını, yılan olmazsa her tarafı farelerin basacağını, leylekler olmazsa yılanların ve buğdaya zararlı haşerelerin daha da çoğalacağını v.s. bilir ve bu sonsuz zincirin tüm halkalarını sayabiliriz. Kısacası doğadaki her canlının yaşamı bir başka canlının yaşamı için, hepsinin varlığının da doğanın varlığının sürmesi için gerekli olduğuna inanırız. İşte bizim yaşam dediğimiz şeyi şirketler yaşam olarak görmüyor. “Bu çeşitlerin patentini alayım, ele geçireyim benim şirketimin malı olsun. Yalnız benim şirketimin sermayesi olsun, ondan yalnız ben kazanç elde edeyim” istiyor.

Şirketler bu yolla çiftçiler ile birlikte hem tüketicileri sömürür hem de çiftçileri kendilerine bağımlı kılıp köleleştirirler. Kabul edilemez!