Sağ mısınız?

0
123

Deniz Topaloğlu

İbn-i Haldun ‘coğrafya kaderdir’ dediğinden bu yana neredeyse sekiz yüzyıl geçti.  Machiavelli’nin ‘Prens’i yazmasından bu yana ise neredeyse yedi yüzyıl. Machiavelli’ye atfedilen ‘dindar gibi gözük, dinsizler asla kazanamaz’ sözünü şiar edinmiş, Machiavelli’nin sadık mürşidi Erdoğan’ın ‘ne istediniz de vermedik’ deyip ardından ‘Allah bizi affetsin’  sözünü etmesinin üzerinden beş yıl,  ‘Birlikte yöneteceğiz’   deyip Halk Partisinin çatısına ‘mahya’, ‘elifine mertek olan’  Hopa İttifakının üzerinden ise bir yılı aşkın bir zaman geçti.

Önceki yazılarımda coğrafyanın kadere hükmettiği bu topraklarda etiketleri, tabelaları farklı olsa da bütün ‘esnafın’ eşek etinden sucuk sattığını, ucuz sucuktaki eşeğin er ya da geç kendini belli edeceğini ve eninde sonunda etikette eşek filigramının belireceğini söylemiştim.

İdris Küçükömer, ‘Türkiye’de sol sağdır, sağ soldur’ derken, zahirde bu kadere isyan ediyor görünenlerin aslında bu kadere iman ettiklerini, iman ediyor zannettiklerimizin ise gerçekte isyan ettiklerini anlatır.

Coğrafyanın kaderine teslim olduğu, isyan edenlerin iman edenlere dönüştüğü yerde ise tarih kaçınılmaz olarak kendini tekrar eder.

Bu coğrafyada her şey ‘büyüktür’. Binalar büyüktür ama içinde insan yoktur, idealler büyüktür ama daha çok egolar tarafından kuşatılmıştır, ideolojilerin hepsi obezdir, birbirini yemekten doyamaz;  pire için yorgan yakmak ‘delikanlılık’, ezberleri tekrar edip durmak ‘politika’, pireyi deve yapmak ise ne yazık ki ‘devrimcilik’ zannedilir.

Onun için mut-a nikâhlı ittifaklar bile devrim nikâhı kıyar gibi ilan edilir, sahte bağlılık yeminleri, freni patlamış kontrolsüzlük, müteahhit karnelerimizin bereketine uygun bol kepçe ‘taahhütnameler’ ortalığa dökülüp, ortaçağın harabeleri altından tekrar yeşertilen sülale, soy-sop ve kelle hesabıyla ‘ilerici’ ittifaklar inşa edilir. Gülünçtür ama burada murad, ‘gerici’ kuşatmayı yarmaktır fakat ‘ilerici’ mevzi onun çok be çok gerisinde kurulmuştur.

Fen Bilgisi dersi görmüş olan herkes, ağırlığın kütlenin yerçekiminin gadrine uğramış hali olduğunu bilir. Kütle hiçbir yerde değişmez; uzayda da yerkürede de aynıdır. Ama ağırlık öyle midir? Ayda farklı dünyada farklıdır, sahilde farklı dağda farklıdır, barda, bar taburesinin üzerinde farklı bodrum katın batakhanesinde farklıdır, sokakta muhalif iken farklı mecliste üye iken farklıdır. Ya kütle? Ayda da dünyada da, sahilde de dağda da, barda da, girmez ama girse de bodrum katın batakhanesinde de aynıdır; sokakta ne ise mecliste de odur.

Siyasetin ve siyasetçinin ağırlığını gerçek kütlesi sanması en büyük yanılgısıdır diyeceğim ama asıl yanılgı halktadır. Siyaset erbabı ne olmadığını iyi bilir ve onun niçindir ki kartviziti abuk subuk şeylerle doludur. Hepsi bilmem ne derneğinin kurucusu, bilmem ne vakfının bölge temsilcisi, bilmem ne kooperatifinin sağ kolu, bilmem ne işadamları derneğinin sağ bacağı, armatör, işadamı, lojistik dehası vesairedir. Oysa gerçekte sokakta gördüğünüz herhangi biridir. Gece yarısı trafikte kendinden yol isteyenin önünü kesen eşkıya, etrafta naralar atarak pati çeken yarı sarhoş müptezel, ‘öküz yatağını’ zikzak çizerek geçen kadastro emekçisi, en naifi ise sosyal medyadan neredeyse ana avrat sürüp giden bir ne oldum delisidir.

Hal böyle olunca siyaset ne yapsın? Memleket taahhüt işi yapan müteahhitten geçilmez ama en ufak depremde bütün binalar yıkılır. Siyasette ise parti programlarından, bildirilerden, manifestolardan, taahhütnamelerden geçilmez ama ertesi gün hepsi unutulur; sokaklarda çöpçülerin insafına kalmış kâğıt parçalarına dönüşür.

Geçenlerde bir televizyon söyleşisinde Gündüz Vassaf’ı izledim. İngiliz İşçi Partisinin, Tony Blair’in liderliğindeki liberalist, piyasacı, özelleştirmeci dönüşümünü, Türkiye’de ise Özal ile başlayan sonrasında süre giden süreci anlatıp son noktayı ‘Sol nasıl öldü? Sağ olarak öldü.’ diyerek koydu.

Bizde bu eğilim, yani sağcılaşma karşısındaki çaresizlik, bir zaman sonra olabilecek en kötü taklitçiliğe yol açtı. CHP ve Genel Başkanı Baykal’ın Ricky Martın müziği eşliğinde bir pop star gibi sahne aldığı parti kongresi, yine o dönemde İstanbul Belediye Başkan Adayı olan Zülfü Livaneli’nin belediye hizmetlerini nasıl özelleştireceğini ballandıra ballandıra anlattığı günler o döneme ilişkin acı örneklerdir. ‘Ortanın solunda’ bunlar yaşanırken sosyalist solda tek çıkış yolu ‘yasallaşma’ olarak görüldü ve her biri siyasal açıdan bir ‘yorgun demokratlar kıraathanesi’ haline dönüşmekten başka yolu olmayan sosyalist yasal partiler ortaya çıktı. Bu partiler; vekillik, belediye başkanlığı, meclis üyeliği gibi unvanlarla jübile yapmak isteyen ancak olabilirliğini en yakın buldukları CHP’ye  açıktan dahil olamayan ya da olmak istemeyen utangaç sosyalistlere kurumsal ittifak olanağı sağlayarak yol alma imkanı vermenin dışında dişe dokunur bir katkı sağlamadı. İşin kötüsü bu hastalık birçok sendika, dernek ve vakfı da enfekte ederek peşinden sürüklemiş, her birini tabiatlarına uygun zeminlerden sökerek sadece seçim sath-ı mailinin yoluna asfalt kaplaması yapmıştır. Türkiye’nin birçok şehrinde olduğu gibi Hopa’da da ‘ittifaklar’ dâhilinde olan budur.

Şimdi sorulması gereken soruyu eğip bükmeden soralım.  Bu insanlar, bugün dün durdukları yerde midirler; elbette değiller. Peki, yarın bu insanlar bugün durdukları yerde duracaklar mıdır; emin olun durmayacaklardır. Peki, bu insanlar ‘sağ’ mıdırlar? Bilemeyiz. Ama bildiğimiz bir şey var; o da ‘sol’ olmadıkları.